Yürüyüşlerde özellikle siyah giyen göstericiler, (bilenler bilir) dünya genelinde büyük ilgi ve etki yaratmış olan sosyal medya dünyasının #MeToo dalgasına şık bir selamı da eksik etmedi elbet… Bakınız! Bkz #MeToo #March4Justice. Zaten apaçık son zamanlarda Parlamentoda ardı ardına patlak veren bu “erkekler kulübü” vakalarından hareketle yola çıkan yürüyüşçüler, ayrıca Morisson ve hükümet yetkililerini hedef alan eleştirilerinde, seslerinin duyulmadığını, gerekli çözüm önerilerinin ve caydırıcı cezaların getirilmediğine de dikkat çekmiş oldu. Bir kez daha. Gördüğünüz gibi bu sorun Türkiye, Avustralya fark etmeksizin kadınların canını sıkmaya devam ediyor.
Avustralya topraklarında özellikle 2008’den bu yana ciddi artış gösteren “domestic violence”, kadın cinayetleri ve sayısız kadının hayatını kaybetmesiyle son bulan, yakın zamanda ise Başsavcı Christian Porter vakasında ve en son olarak parlamento ofis çalışanı Britanny Hidggins’in iddialarıyla iyice alevlenirken ister istemez
bu #MeToo etkileşimine dahil olmuş oldu.. İyi ki, illaki..
Peki neydi bu #MeToo?
90’lı yılların ikinci yarısından sonra inceden köklerini salmaya başlamış, artık modern dünyada kadınların bağımsızlaşması, daha çok konuşur olması ve daha korkusuz, sert bir kabuğa bürünmesiyle süregelen, son yıllarda ise özellikle Amerika merkezli medya kimliklerinin taciz ve tecavüz vakalarıyla yüzleşmesinden hareketle, çağımızın en önemli iletişim aracı saydığımız sosyal medyadan yayılan bir çağrı, bir çığlık… “Bende yaşadım” diyen.. “Ben de varım” diyen.. Aslında hemen hepimizin her gün başına gelen fakat yer yer önemsememeye çalıştığımız, yer yer psikolojimizi mahveden, bazen de bizleri en sıra dışı yollara sevk edip intihara kadar sürükleyen, bu ardı arkası kesilmez suiistimal vakaları ve erkek ırkının, güçlerinin yettiği her mecrada fütursuzca açığa çıkarttığı, kötü niyetli hegemonyasına dayanamayan daha binlerce unlu unsuz kadının, çığlığı , itirafı, çağrısı, “yeter” deyişi oldu belki de #MeToo . İyi ki, neyse ki ve en sonunda..
Jeffrey Eipstein, Harvey Weinstein, Hollywood’da daha sayısız aktör, Avustralya’da ise çeşitli medyatik kimlikler ve elbette Türkiye’de ünlü ünsüz sayısız sapkın beyimizin başrolünde olduğu uzun metraj bir cinsiyet trajedisi sonunda bir kadın hareketine dönüştü.. ..Hem de günümüzün en çok kabul gören mecrası sosyal medya diyarında… Adı #MeToo olsun #March4Justice olsun “yeterse yeter” olsun, ne olursa olsun, ama olsun..
Aslında hepimiz şöyle bir durup düşünmeliyiz. Kendi başımıza gelmiş gelmemiş… Ya o yol kenarına öylece bırakılmış, kanlar içinde yatan genç kız, bizim kızımız, bizim kardeşimiz olsa..
Peki ya o tacizci , tecavüzcü sapık zihniyet bizim hanemizden çıkmış olsa , oğlumuz, abimiz, amcamız eniştemiz olsa…
Ya o bizim evladımız olsa.. O karısını her akşam öldüresiye döven ve sebebi her ne gereksiz, ne anlamsız ne saçmalıksa, ne olursa olsun, vücudunu morartan evlat ya sizin ya bizim evladımızsa…
Ya o dayak atan ünlü iş adamı eski bir öğrencimiz, tahlil sonucu getiren hastamız, bakkal amcamız, şoför abimiz olsa ? Her gün her yerde …
Anneler, başta anneler, erkek evladı olan anneler en çok.. En mühim..
Ve bizler, biz kadınlar, her durumda her toplumda bu büyük sorunla ilgili farkındalık yaratmak zorundayız. Tıpkı gecen hafta konuşmasını dinlediğim Britanny Higgings’ in dediği gibi, “buraya gelip bunları size anlatmak benim istediğim bir şey değildi, fakat zorunda olduğum bir şeydi”..
Evet aynen öyle seçme hakkı olmaksızın bu savaşı vermek zorundayız. Bizler, başta kadınlar olmak üzere, zorunda olduğumuz bir şeydir bu..
Ta ki canı yanan kadınların sonu gelene denk, o canı yanan evlat bizim kızımız olmadan, o bizim annemiz, kardeşimiz olmadan..
En son kadın, göz yaşını silene denk, konuşmalı söylemeli anlatmalı, hakkımızı aramalı, adaleti aramalıyız… Türkiye’de ya da Avustralya’da, işte ofiste, okulda, tüm cinsiyetçi saldırılara, haklı tepkimizi vermezsek, ilerde bir gün işler daha da sarpa sardığında, ne soracak sorumuz, ne çalacak kapımız, ne de baş kaldıracak bir merci olacak çünkü.. Derler ya “hak verilmez alınır” diye, bu farkındalığı yaratmak zorundayız toplumumuzda.. Erkeklerin şiddet dolu yollarının aksine, kadının yolu olan ‘sağduyu’, akıl ve medeniyetle..
Sözlerim biraz feminizm kokuyorsa bugün, kusuruma bakmayınız. Ben bütün insanların eşitliğinden yanayım. Ancak çok vahim bir hal olan bu global şiddet dalgası daha da büyümeden ve bir gün parkta otururken tacize uğrayanın ‘ben’ olmasını beklemeden bir şeyler yapmak zorundayım, zorundayız.. Hepimizden başta kendim, ailem ve arkadaşlarımdan tek ricam, elimizin dilimizin yettiği herkese, “kadına saygının” önemini anlatmamız, anlatmanız olacak.
Ve en önemlisi çocuklarımıza, gelecek nesillere kadının kutsallığını analığını, ayrıcalığını, doğurganlığını ve her zaman saygıyı hak eden bir varlık olduğunu aşılamamız gerekiyor..
Ben sözlerimi şimdilik (sadece) köşemde sonlandırırken, siz kadınlar; “bende” diyerek, okuyarak, araştırarak, konuşarak, karşı çıkarak farkındalık yaratmaya devam edin.. Ve elbette sağduyulu erkekler; sizler de bizlere yardımcı olun, destek olun, yanımızda olun.. Durduralım bu kadın terörünü.. Sıradaki mağdur ‘biz’ olmadan durduralım bu terörü..