UTANÇ HİKAYELERİ
‘Eskiden insanların utanınca yüzü kızarırdı, şimdilerdeyse insanlar yüzleri kızardığı için utanıyorlar,’ dedi birisi bana.
Kim ne derse desin, insanın ar damarı çatlamadıysa utanmak genlerinde, beyninde olan Allah vergisi bir histir, duygudur. Utanmazsak olmaz, kusurlu hallerimizde utanmak lazım. Hem utanmak, mahcup olmak güzel bir erdemdir. Utanmak yaptıklarımızdan pişmanlık duymak, bir daha tekrarlamamak için dikkatli olmaktır. Bizi güzel ahlaklı, terbiyeli yapmaya vesile olur. Bazı insanlar utançlarından hiç bahsetmek istemezler, devamlı üzerini örtüp unutulsun isterler. Kimisi utandığı için Allah’tan tövbe diler. Bazıları da “Allah’ın bildiğini kuldan ne saklayacağım,’’ deyip her şeyi ortalığa dökerler. İşte bugün siz kıymetli okurlarıma farklı birkaç utanç hatırası yazayım bakalım.
UTANÇ HATIRASI
Bir abinin hatırası: “Köyden şehre taşınmıştık. Babam tarla işlerini halledip sonbaharda yanımıza geldi. Babam köyden gelirken biraz erzakla beraber kabuklu cevizde getirmişti. Bir gün okuldan gelince payımıza düşen birkaç cevizi benden iki yaş küçük erkek kardeşimle yemedik mahalledeki arkadaşlarla ceviz yuvarlama oynamaya başladık. Onların da kabuklu cevizleri vardı. Beş-altı çocuk cevizlerimizi sıralayıp elimizdeki cevizleri geriden fırlatıp sıraya isabet ettirmeye çalışarak oynadığımız bir oyundu. Sıraya isabet edebilen kıpırdattığı cevizleri kazanıyordu. Kıran kırana bir mücadeleye girdik, kardeşimle kâh kazanıyorduk, kah cevizleri kaybediyorduk… falan. O zamanlarda sokağın ortasında oyunumuzu oynuyoruz, araba gelirse kenara kaçıyoruz. Bir ara arkadaşlarla cevizleri sıraladık, tam oyuna başlayacakken öteden bir araba hızlıca geldi, sıralı cevizlerimizin üzerinden geçti, gitti. Kendimizi son anda kenara atabildiğimizden cevizleri kurtaramadık ezildiler. Sadece iki tane sağlam ceviz kalmıştı. Tamda bizim kapının önündeyken biraz gürültülü şekilde kalan iki ceviz hakkında tartışmaya başladık. Başımıza ne geleceği nereden bilebilirdik ki. Bir sürü erkek çocuğunun tartışma sesine karşı içerden babamız çıktı. Galiba “sakin olun beyler, kavga etmeyin,’’ falan diyecekti ama onun yerine “naapıyorsunuz ...” diye çok ağır bir küfür savurdu… ve sonucunu beklemeden geri içeri girdi. Arkadaşlarımız köyden gelme bu ağır küfür karşısında hayretle “babanız ne dedi… haa ne dedi” diye alayla başımıza üşüştüler. Kardeşimle ben babamızın arkadaşlarımızın yanında yaptığı bu ağır küfürden dolayı utançtan yüzümüz kızardı, yerin dibine girdik sanki, tek kelime edemedik.
Başka bir utanç hatırası
“Bir gün çarşıda dolaşırken kestaneci gördüm. Tazemi, bayat mı diye tereddüt ederken kadın satıcı denemem için bana bir tane çiğ kestane verdi. Bende kestaneyi dişimle parçalayıp içinin beyazından biraz yemeye çalıştım, tazecikti. Biraz aldım, çarşıda dolaşmaya devam ettim. Ağzımda çiğ kestane geveleyerek dolaşırken karşıma makyajsız, saçları fönsüz asla dolaşmayan çok bakımlı iş arkadaşım Anna çıktı. Çok da meraklı olan bu arkadaşım ben ağzımdaki kestane artıkları yüzünden geri çekildikçe yüzüme iyice yaklaşıp ardı ardına sorular sormaya başladı. “Çalışıyor musun… nerede..ne işi..saati kaça..filancayı görüyormusun..” Ben geri çekildikçe daha çok yaklaştı, soruları bitmek bilmiyordu. Ağzımda kestane parçaları dolaşırken, soruları cevaplamaya çalışırken olanlar oldu. Arkadaşım beni çok utanacağım bir hale soktu. Cevap vermeye çalışırken yarım pirinç büyüklüğün de, bembeyaz bir kestane parçası onun özenle, kuru kayısı renginde boyadığı yanağının tamda burnunun sola yakın tarafına ağzımdan fırlayıp şaap diye yapıştı. Ben utancımdan kıpkırmızı oldum ama o hem yanağına sıçrayan şeyi eliyle bulmaya çalışıyor bir yandan da sorularına devam ediyordu. Ben mahcup “sorry, sorry..” derken baktım yanağına sıçrayan kestane parçasını hala sorular sormaktan bulamıyor, elini tuttum ve minnacık kestanenin üzerine koydum. Onu bilmem ama bu utanç bana ömrü billah yetti.”
Ailecek tatile gidiyoruz
“Valizlerimizle sıradayız, otobüse bineceğiz. Çocukluktan yenice çıkan on dört yaşlarında bir genç kızım. Ailecek tatile gidiyoruz. Gayet kaygan karo taşlarıyla döşeli zeminde annem önde biz arkasında valizlerimizi kollayıp ilerlemeye çalışıyorduk. Ben renkli eteğime uygun o günlerde çok moda olan topuklu yarım bir terlik giymiştim. Valizlerle sırada ilerlemeye çalışırken bir an ayağım kayar gibi oldu, ani bir refleksle kaymayan ayağıma yüklenip kayan ayağımı şak diye zemine vurdum ve kurtuldum. Benden önde olan annem dönüp baktı. Ben bir şey diyemeden hemen arkamda sırada bekleyen yaşlı adama kaşlarını çatarak “eşşek kadar adam… çola çocuğa tebelleş olmaya utanmıyor musun değil mi..?” dedi. Yaşlı adam gerçeği görmüştü, hiç sesini çıkarmadı, başka yöne baktı. Ama ben annemin yaşlı amcaya konuşmasından çok utandım, kızardım. Anneme hiç bir zaman “benim ayağım kaydığı için öyle oldu, adamcağız suçsuzdu” diyemedim.
Son hatıra bir nineden. 7-8 yaşlarındayken, annemin evde olmadığı bir vakitte dolaptan annemin renkli bir eteğini aldım giymeye çalıştım. Ama her defasında etek belimden kayıp düşüyordu. Bende annemin ten rengi ince çoraplarından birisiyle eteği belime bağladım. Aynanın karşısına geçtim bana çok yakıştığını seyrettim. Sonra başka şeylerle oyalanırken etek belimden kaydı gitti. Derken babam eve geldi. Randevumuz varmış, beni doktora götürdü. Geçmiş gün doktor beni muayene edecekti, babam karnımı açtı. Belimde bağlı kadın çorabını görünce babam, doktor ve ben çok şaşırdık. Onlar giyilmesi gereken çorabın belimde sıkıca bağlı olmasına hayret ettiler. Bende ten rengi çorabı belimde bağlı unuttuğuma çok utandım.. açıklayamadım.. yüzüm kızardı.
Pembegül Abla