SON KÖY DÜĞÜNÜ

Evlenmeden önce nişanlı, evleneceğine yakın “gelin kız, evlendikten sonra “gelin” diye çağırılırdı kızlar. Düğüne yakın günlerde bu gelin kız bir tasa karanfil ıslatırdı. Islanıp şişen karanfilleri kendi zevkine göre boncuklarla karmalayıp ipe dizerek kendisine upuzun gerdanlık yapardı. Düğün zamanı ve düğünden sonra kırk gün karanfilli gerdanlık takan gelinler her zaman karanfil ve kına kokarlardı.

   Köy düğünleri kız evi tarafından birkaç hafta sürecek şirin merasimlerle dolu olurdu. İlk hafta gelin kızın saçlarını annesi besmeleyle duayla kınalayarak düğüne hazırlık yapardı. Kına yıkandıktan sonraki günde sadece yaşlı anneler nineler gündüz kız evinde toplanırlar gelini kutlama manasında ve kadınlığın alameti olarak zilif kesme merasimi yapılırdı. Orta yere konan yüksekçe bir minderin üzerine oturtulan kızın başına pullu örtülürdü. Ardından yaşlı, gün görmüş teyzeler titrek sesleriyle “kınan kutlu, dilin tatlı olsun, bahtın açık, yuvan mutlu olsun” diye ağıt gibi dualı dilekli bir yakarış okurlardı. O kadar hazin bir sesle acıklı okurlardı ki kız ve annesi sırayla hüzünlenir ağlamaya başlarlardı. Ardından işinin ehli bir kadın gelin kızın pullusunu açar kızın kulaklarının alt kısmı hizasından saçlarının ucundan biraz keserdi. Bu şekilde saçları kesilmiş olmak sonradan evli olmanın işaretlerindendi.

   Kına gecesi olacağında oğlan tarafından yengeler ellerinde kıyafet bohçalarıyla kızı giydirmeye gelirlerdi. “Oğlanlı uşaklı, bitli yavşaklı olsun” şakalarıyla pür neşe gelini dikkatlice giydirdiler pullu örtüsüyle hazır ederlerdi. Düğün bitesiye kadar gelinin kız arkadaşları ve yengeleri hep yanında etrafında dönüştürüp onu hiç yalnız bırakmazlar şımartırlardı. Kına geceleri erkeklerden gayet uzak ve korunaklı olarak sadece kızlar ve kadınlar için olurdu. Ocakta ısıtılıp gerilen deri deflerin eşliğinde kızlar en güzel türküleri söyleyip sırayla geç vakitlere kadar oynayıp eğlenirlerken oğlan tarafı herkesin avucuna bardak dolusu karışık çerezler dağıtırdı. Gecenin sonunda mutluluğun ve neşenin alameti olan kına, gelinle beraber herkesin ellerine sürülürdü. 

                 Hey aşta gel aşta gel

                 Dağları dolaşta gel

                 Pek küçüksün can yarim

                 Dağları dolaşta gel

   Sabah düğün alayı gelmezden önce ellerinde gelinlik bohçalarıyla yengeler, kızı giydirmeye gelirlerdi. Küçükken gördüğüm en son gelin kesinlikle beyaz renkte gelinlik giymiyordu. Gelin hanım kendisini üç dört kişilik yengelerin eline bırakırdı. Yengeler nazikçe, güzellikle ve dualarla sabah saatlerinde gelini giydirmeye başlarlardı. Yeşil veya pembe simli gayet parlak bir kumaştan elde dikilmiş, belden büzgülü bir elbise altına kutmu kumaşından paçaları büzgülü bir şalvar giydirirlerdi geline. Üzerine el örgüsü uygun renkte bir yelek veya ceket giydikten sonra sıra başını bağlamaya gelirdi. İnce tülbentlerle örgülü saçları sarıldıktan sonra bazen bir tarafına bazen de iki yanına uzun parlak simler takılırdı. Ne demek istediğimi eski Türk filmlerindeki gelinlere bakarsanız anlarsınız. Gelinin yüzüne yakın takılan o simlerin parlaklığı onun makyajsız tertemiz yüzünü daha nurlu daha güzel gösterirdi sanki, biz çocuklar duvağı örtülmeden önce bir kenardan baktığımız gelini seyretmeye doyamazdık. En son başına al pullusu duvak olarak örtüldükten sonra gelin gitmeye hazır olurdu.

   Ondan sonrası bir kenarda oturup beklemeye başlayan gelinin etrafında bir hüzün dalgası oluşur, ayrılık acısı yüreklere otururdu. Annesi, kardeşleri, yakınları ve gelin sessizce ağlaşmaya başlarlardı. Ağlamayan gelin “pek hevesli” diye de hoş karşılanmazdı. En yakını tarafından gelini “ayıp, zayıp” diye ağlamaya teşvik eden bir yakını mutlaka olurdu. Düğün sonrası kim daha çok ağlamış yarıştırması yapılırdı. Gelin alayı çalgıcılar eşliğinde kız evinin kapısına geldiğinde gelin son bir defa varsa anasına babasına ev halkına sarılır vedalaşır helallaşırdı. Eskiden gelinler koca evine ata binerek giderdi. Köyün en güzel atı renkli tülbentlerle falan süslenir gelinin binmesi için hazır edilirdi. Gelini ata kayın babası veya kaynı yani aileden çok yakın birisi bindirirdi. Çalgıcılar önde, gelin atta, düğün sahipleri arka sırada güle güle gelini alıp evine götürürlerdi.

    Kısa bir bilgi, Hindistan’da eskiden kocası ölen kadınlar eğer yakılmadılarsa dulluğun alameti olarak beyaz bir elbise giyerler ayrı bir beldede dullarla beraber yaşama geleneği varmış (yanlışım varsa düzeltebilirsiniz). Bu yüzden Hindistan’da gelinlerin kesinlikle beyaz renkten hariç her renkten gelinliği güzelce giydiklerini gözlemliyorum. 

İyice unutulmadan önce şuraya bir not düşeyim istedim, çocukken en son gördüğüm kızlar en güzel renklerden gelinlikler giyerlerdi. Yüzleri gayet boyasız tertemizdiler, en güzel atlara bindileer gittiler.        

 Pembegül Abla

Benzer Videolar