Geçenlerde Fransa’nın birçok yerinde tahta kurusu salgını başladığı haberini gördüm. Tahta kurusu salgınından korunmayı beceremeyen halk çareyi evde bulunan yatak, yorgan ne varsa sokağa atmakta bulmuş. Öyle ki kaldırımlar kocaman yatak yığınlarından geçilmez vaziyette idi. Bir de sapasağlam yatakların üzerlerine “bu yataklarda tahta kurusu var” diye notlar yazıp asmışlar. Paris’ten tut Sicilya sına kadar her yer tahta kurularından yaşanmaz halde görünüyordu. Bu haber beni İzmir’de yaşarken tahta kurusuna maruz kaldığımız günleri hatırlattı.
Bence Fransızlar tahta kurusu istilasına hazırlıksız apansız yakalanmışlardır. Öyle evin yatağını yorganını sokağa atmak yoluyla bu haşerelerle baş edilemez ki. Tahta kurusu insan bedenine dokunduğunda kaşındırır, ciltte kızarıklığa sebep olur, rahatsız eder yani. Bir an evvel onlardan kurtulmak gerekir çünkü çok süratli üreyip çoğalırlar. Biz bunu ortaokul yıllarında yaşadık. Evde tahta kurusu olduğunu ilk Rahmetli annem fark etti. Odalarımızın zemini tahta döşeliydi ama bu haşaratın dışardan eve geldiğini tahmin ettik. Çünkü tahtalardan başka yerlere de yerleşmişlerdi. Anacığım önce bir kazanda su haşladı, duvarlardan başladı tahta döşemeler, cam çerçeveleri gibi kahverengi renkte ve mercimek büyüklüğünde haşaratın olabileceği her yeri kaynar sularla önce yıkadı. Ardından bizim olmadığımız bir zamanda evin her yanını DDT (eskiden haşerelerle mücadele de pek meşhur bir zehirdi) her yeri zehirledi. Birkaç gün bekledik, evimiz tertemiz oldu. Yoksa kaşınmaktan evceğizimizde yaşayamayacaktık.
İnsanoğlu yaşadıkça hayatta her şeyi öğreniyor, tecrübe ediniyor. Biraz köy hayatından birazda eşimin mesleği gereği gezdiğimiz beldelerden bütün asalakları yakından tanıyıp öğrenme imkanım oldu. Misal birçok insanımız bitle pirenin farkını bilemez. Pire genelde kedi-köpek, koyun gibi hayvanlarda bulunabilir. Pireler oldukları yerden zıplayarak yer değiştirirler. Koyu kahverengi veya siyah renkte olurlar. Misal beyaz bir çarşafın üzerinde zıplayan bir pireyi çok rahat görebilirsiniz. Hayvanınızdan üzerinize bir pire atladıysa kan emicidirler, kaşındırırlar. Çocukluğumdan hatırlarım hem temizlik için hem de bit pire varsa ölsün için çamaşırlarımız mutlaka kazanlarda kaynatılır tertemiz, bembeyaz olmasına dikkat edilirdi. Neticede pireyi yakalasanız da kolay kolay ölmeyen sağlam bir mahluk, kesinlikle ilaçlanmak ister, sağa sola zıplayıp duran bir mahluk, pireyi yenmek zordur diyeyim.
Biz Türkler de bit çok hassas konulardandır. Daha önce “Bitletişim” diye bir yazım vardı. Bit dedin mi bazıları kaşınmaya başlar huylanır. Birisi ola ki bilmeden bitlendiyse çok utanır, üzülür, kurtulasıya kadar kimselere söyleyemez, saklar. Birisi başka birisinde bit olduğunu bir duyarsa, bilirse bitliyi toplumdan dışlarlar, aşağılarlar. Kimse bitli birisiyle yan yana dahi oturmak istemez çünkü bitin kendisine bulaşacağından endişelenir. Tabi ki de bütün bunlar bit mahlukuyla mücadele etmeye bit varsa ondan kurtulmaya yetmez. Çünkü bit genelde insanların saçlarında kıllarında çok süratle üreyen, kaşındıran kızartan çok sinsi bir haşerattır. Diğer haşeratlardan daha dikkatli bir mücadele gerektirir. Misal, bit insanın saçlarındaysa deriye sıkıca yapışmak suretiyle kafaya yerleşir ve bir anda bir sürü yumurtasını saç tellerine yerleştirir. Yakından baktığınızda bitin yumurtası minicik su damlasını andırır. Siz kafa derisinden biti bulup ayıklayasıya kadar yumurtalar devamlı çoğalır, çok dikkatli olmak gereklidir. Eskiden bitle mücadele çok zordu. Ele güne karşı ayıp olmasın diye gizli gizli elle tek tek ayıklanıyordu, temizlik yapılıyordu. Ama günümüzde her şey kolaylaştı, eczaneden bit şampuanı alıp düzenli olarak saçları ve bedeni bu şampuanla yıkayıp bu dertten kurtulma imkanı oluyor. Biz Türklerde “bit temiz insana tez geçer” inancı pek yaygındır. Bana bit bulaşmaz diye hiç kimsenin bir garantisi yoktur, herkese bit bulaşabilir. Yazık bir seferinde beş-altı aylık bir bebeğe bulaştığını biliyorum. Annesinin durumu fark ettikten sonra yaşadığı üzüntüyü tarif edemem. Bebek tatlı uykusundan uyanıp ağlıyordu, huysuzlanıyordu ve anne anlayamıyordu, ne acı değil mi? Durumu fark ettiğinde gözyaşlarıyla bana haber verdi. Hemen eczaneye koştum, o zaman üç-dört aydan küçük çocuklara bit ilacı kullanılamayacağını öğrendim. Ben yine de bit ilacını alıp iletmiştim. Anne son konuşmamızda bana sevinçle” abla eşim ben ve bebeğimiz saçlarımızı sıfır numaraya kestik, hepimiz ampul gibi olduk” diye böylece bitten kurtulduklarını haber verdi. En iyisi yemek yedikten sonra ellerin sabunlu suyla tertemiz yıkanması lazım. Çocukların yağlı, kirli kıyafetleri derhal temiziyle değiştirilmesi lazım. Bebeklerin, okula giden çocukların saçlarında arada bit kontrolü yapılması lazım. İnsanın olduğu her yerde bit olabilir. Haşeratlarla ilgili belediyelerden de yardım veya bilgi alınabilir. Hepinize tertemiz güzel günler dilerim.
Pembegül Abla