ÖLÜM HAKKINDA KONUŞMAK
“Bir araya geldiğimizde alış-veriş, yemek, içmek, gezmek, politika… aklınıza gelebilecek her şeyi uzun uzun en ince detayına kadar konuşuyoruz ama ölüm hakkında hiç konuşmuyoruz. Mümkün olduğunca hiç anmıyoruz “dedi ablam. “Ne zaman eşim gece öldü, sabahında çocuklar kendi aralarında defin hakkında konuşmaya başladılar. O zaman eşim hayattayken ne kadar boş şeyleri konuştuğumuzu, esas konuşmamız gerekenleri hiç konuşmadığımızı esefle fark ettim.” diye ablam lafı mevtaya, cenaze masraflarına falan getirdi. Öldükten sonra camilerimizde cenaze yıkayanlardan, mezarlık taşlarından, cenaze namazından falan baya konuştuk. Böylece ölüm ve sonrasında yapılacaklar hakkında konuşmak hepimize iyi geldi, bilgilerimizi tazeledik.
Hiç kimse ölümden bi haber değil. “Vade yettiğinde öleceğiz” diyorlar. Herkesin kendine göre bir ölüm anlayışı var. Bir abi biraz başı ağrısa hanımına “bak ola ki ben akşama ölürsem sende hemen sabahına öl arkamdan gel” diyormuş. Azrail Aleyhisselamla anlaşma yapılacak sanırsınız. Hanım abla da cevaben “hiç kusura bakma, sen öldün diye hemen ölemem, senden sonraya kalırsam hayatımı yaşayacağım” diye tatlı bir tartışmaya başlıyorlarmış. Allah sağlıklı ömür versin. Başka bir abla kayıtsızca “benim kocam ikinci adresinde öldü” dedi. Ne demek istediğini anlayamadık. Biz ne bilelim elin ikinci adresini. Ablam “kumarhane de makinenin başında kumar oynarken öldü gitti ’‘ dedi. Sevgili Peygamberimiz “ölenin ardından ya hayır konuşun yada susun,’’ demişken bu konuşmayı duymaktan hoşlanmadım diyeyim.
Kimin ne zaman, nerede, nasıl öleceğini Allah bilir inancındayız. Bazı teyzelerden hep “Allah’ım bize üç gün yatak, dördüncü gün toprak nasip et” dualarını duydukça içten içe ürperiyorum. O üç günün böyle rahat bir döşekte, ağrısız, sızısız, derin bir huzurla olacağını mı zannediyorlar acaba. Bir zaman sekerat çeken birisinin başında bekleyen birisinin “dört gündür bekliyoruz, çok inliyor, kıvranıyor ama bir türlü ölemiyor” dediğini hiç unutmam. Ölmek hakkındaki dualarımıza da bir çeki düzen versek “Allah’ım beni yataklara düşmeden, kimseye muhtaç olmadan, vakti geldiğinde kolayca canımı al desek” olur mu? Kıymetli hocalarımızın ölmeyle ilgili nasıl dua etmemiz münasiptir hakkında da bizleri eğitmesine gayet muhtacız yani.
Köyde yaşayan babaannemizin gayet eski kapağı kilitli olmayan bir sandığı vardı. Yazın gittiğimizde bazen beraberce açıp içindekileri gözden geçirirdik. Eski sandıkta oku-bir çeşit davetiye- gelmiş birkaç parça kumaş, tesbih, hacı kokusu gibi eşyaların yanında dürülü beyaz bez destesi vardı. Babaannelerimizin kefen bezleri her an sandıklarında hazır olurdu. Sandığı her açışımızda bize çeyizini gösterir gibi kefenini gösterir, ölüm hakkında konuşurdu. “Bakalım herkese kefen nasip olacak mı?’’ diye kefensiz ölenleri kastederdi.
Yıllar önceden unutulmaz bir hatıra. Birisi Almanya’dan memlekete geliyor. Geri döneceğinde yaşlı ve hasta annesini tedavi ettirmek için yanında Almanya’ya götürüyor. Baya bir doktora gösterdikten sonra olumlu bir gelişme olmadığından annesini geri memlekete götürmek için arabasıyla yollara düşüyor. Vatandaşımız evine eli boş gitmek istemiyor, televizyonların yeni yaygınlaştığı zamanlarda kocaman bir de televizyon alıp arabasının tepesine kutusuyla yüklüyor. Ana oğul uzunca yol kat edip giderlerken yaşlı ve hasta kadın Bulgaristan sınırları içinde Rahmetli oluyor. Adam çaresiz, iki gözü iki çeşme ağlarken ne yapacağını düşünüyor. Bulgarca bilmiyor, yorgun, üzgün, perişan ben derdimi anlatamam, formalitelerle uğraşamam… en iyisi selametle memlekete gideyim orada gerekeni yaparım diye aklından geçiriyor. Kuytu bir yerde tepedeki televizyon kutusunu indiriyor, televizyonu arabanın içine yerleştirip annesinin cansız cesedini de geniş kutuya yerleştirip arabanın tepesine sağlamca bağlıyor. Ardından ağlaya ağlaya yollara düşüyor. Henüz Bulgaristan sınırlarını geçmeden şoföre bir ağırlık, bir uyku hali bastırıyor. Mecburen arabasını münasip bir konaklama yerine park edip uykuya dalıyor. Bir müddet uykudan sonra uyanıp yollara düşecek. Arabadan inip şöyle bir etrafına bakınca ne görsün? O uyurken hırsızlar dışında TV resmi olan kutuyu içinde ceset olduğunu bilmeden usulca çalıp gitmişler. Sağa-sola koşturup çırpınan zavallı adam anacığını bulamadan memleketine dönmek zorunda kalıyor. Bazen bu olayı ibret için anlattığım insanlar ne hikmetse hemen herkes hırsızların tepkisini merak etti. Cesedi merak eden pek olmadı.
Bu sene normalinden çok daha fazla ölüm haberleri gelmeye başladı. Hepsine Cenabı Allahtan Rahmetini diliyoruz. Büyüklerimiz her zaman “misafir gelir evini temiz tut, ölüm gelir bedenini temiz tut “diye bizlere nasihat ederlerdi. Kraliçemiz bile ölmeden önce o öldükten sonra yapılacakların talimini yaptırdığı bir gerçek. Bizde ailecek bir araya geldiğimizde bir ölüm olayımız olduğunda ilk nelerin yapılması gerektiğini konuşabilmemiz lazım diye düşünüyorum, ne dersiniz?
Pembegül Abla