Sabah erkenden kalktım “Pişi” yapmak için hamuru mayalayıp bir kenara koydum. Türk kahvaltılarında olmazsa olmazımız menemen için biber, soğan ve domatesleri kavurup yumurtasını sonradan kırmak için hazır ettim. Haşhaşlı ve keten tohumlu şöyle biraz limon kabuğu rendelenmiş Pancake yaptım sıraladım. Mayaladığım hamurun birazından küçük bir tepsiye “Dızmana” yaptım, peynirini bolca koydum. Herkes kendisi soysun için yumurtaları kaynattım kabuklarıyla masaya yerleştirdim. Uzun tepsime üç çeşit peynir sıraladım, pastırma-sucuk ve domatesli mor soğanlı salatayla kahvaltı soframız çok cici oldu. Erken kalkmanın faydası, eliniz ayağınız birbirine dolaşmadan hazırlıklarınızı tek başınıza sakince yapabiliyorsunuz. Vakit o kadar çok yetti ki olgunlaşmış şeftalilerden misafirlerime reçel bile kaynatabildim. Tatlı olarak bir gün önceden krem karamel hazırlamıştım. Misafirlerim geleceğine yakın pişileri kızarttım, çayı demledim, giyindim, süslendim ve onları saat onda her şey hazır vaziyette karşılamanın mutluluğunu yaşadım diyebilirim.
Her hafta bir sefer gittiğim Comminity Centre’ deki oyun çocuklarının anneleriyle bir yıldır çok güzel anlaştık, baya ahbap olduk. İngilizce konuşabilmek ne kadar güzel bir nimet. Çocuklar sakince oynarken her yaş grubundan hanımla çok farklı konularda konuşabilmek, anlamak, dinlemek benim için gerçekten çok kıymetliydi. Oyun gurubunda sadece ben Türk olduğum için konuştuklarımın onların çok ilgisini çektiğini fark ettim. Özetle, yemekten, örgüden, bahçeden, haberlerden her şeyden konuşabiliyorduk. Neyse geçenlerde coştum, onlara “siz hiç Türk kahvaltısı yediniz mi, biliyor musunuz?” dedim. Bilmezlermiş, bir kâğıda “Turkish Breakfast” yazdım altına adresimi ve telefon numaramı, saatini yazdım hepsini çarşamba günü saat onda kahvaltıya davet ettim. Doğrusu çok heyecanlandılar, sevindiler, düşünmeden “geliriz” dediler. Tipik Avustralyalı adeti “biz sana ne getirelim” diye çok ısrar ettiler. Bir davete eli boş gitmeye hiç alışık değillerdi. “Ben her şeyi hazır edeceğim, hiçbir şey getirmeden kraliçe gibi geliniz” dedim yine de ısrar ettiklerinde “çok özür dilerim ama helal şeyler yemeye dikkat ettiğimiz için, bir şey getirmenizi dilemem, lütfen rahat olun” dedim anlaştık.
Misafirlerimle daha iyi ilgilenebilmek için kahvaltıya kıymetli öğretmenlerimizden Sinem hanımı da davet ettim. Toplamda altı kişiydik. Ne güzel herkes vaktinde geldiği için hemen kahvaltı sofrasına geçtik. Ben servisleri yaparken Sinem Hanım da onlara yemeklerimiz hakkında tek tek bilgi verdi, içeriklerini, pişirme tekniklerini falan açıkladı güzel oldu. Türklerin çayı nasıl demlediğimizden anlatıp, çaydan kahveden konuştuk. Hazırladıklarımın hepsini masaya dizerek self servis bir ortam oluşturduk. Böylece herkes istediğinden istediği kadar yedi. Misafirler yine de nezaketen çikolata, çiçek, birisi bahçesinden portakal diğeri de yumurta getirdiler, severek kabul ettim.
Sinem hanım mükemmel İngilizcesiyle hem kendisini tanıttı hem de misafirleri tek tek konuşturarak kendilerini tanıtmalarına imkan verdi. Bu durum hanımları daha çok rahatlattı, sırayla “back ground” dedikleri ülkelerinden, dinlerinden, kültürlerinden konuştular. Başka ülkelerle kıyaslandığında Avustralya’da kadınların kanunlarla daha çok korunup gözetildiğinden konuştuk. Bir ara küçük bir kızın bana hediye yazdığı duvardaki iri yazılı bir duayı okudular. “Allahumme inni as aluke al afiyah” ne demek diye sordular, “Allah’ım dünya da ve ahirette bize afiyet ver” diye afiyet kelimesini Peygamber efendimizin bize nasıl açıkladığından anlattık. Hanımlardan ikisi “biliyor musunuz bizim kutsal kitabımızda hem God hemde Allah yazıyor” dediler. Bizde onlara Christmas’da neler yapacaklarını sorduk, o kutsal günlerinde ailecek toplanıp yemek yiyeceklermiş, çok kalabalık olacaklarmış. Derken bir tanesi “çocuklarımız artık pek kiliseye gitmek istemiyorlar” diye hayıflandı. Aynı bizdeki gibi onlarda dinlerine göre gençlerin nikahlanmadan beraber olmalarından rahatsız olduklarından ama söz geçiremediklerinden konuştuk.
Sinem hanım bir ara bizim günlük dualarımızdan konu açtı, onların dinlemek istemelerine karşılık “Ayetel Kursi” duasını okudum, Sinem Hanım İngilizce açıklamasını okudu. “Biz evden çıkarken bu duayı okuyunca Allah tarafından olumsuzluklardan korunduğumuza inanıyoruz, hatta bu duayla bizden hariç yedi tane komşumuzun da korunmaya dahil olduğuna inanıyoruz” deyince çok şaşırdılar, ilgilendiler. Onlara küçük bahçemizi gezdirdim, dalından ahududu, ada çayı, kuzu kulağı kopardık, derken sıra yanında taze lokumuyla Türk kahvesine geldi. En son tatlı ve meyve servisinden sonra onlara dümbeleğimle birkaç türkü de okudum, neşelendiler. Böylece misafirperverliğimi en güzel şekilde yapmaya özen gösterdim.
Saat bir oldu hanımlar zorla yerlerinden kalkıp vedalaştılar. Giderken hanımlardan birisi “benim hasta oğlum olduğu için bir yıldan fazla bir zamandır hanımlarla bu tür bir ortama girmemiştim, ilk defa geldim çok mutlu oldum, çok teşekkür ederim” dedi.
Bu şirin kahvaltıyla böylesine mutlu edici bir diyaloğu başarabildiğim için bende çok mutlu oldum diyecektim.
Pembegül Abla