Kemal Serdar – Sydney’de edebiyat uğraşı ve göçmen yazını (II)
17 Ekim’deki bu yazımın ilk kısmında, yeni bir arayışa girerek önemli bir konuyu gündeme taşımıştım. Kaktüs Kitap Kulübü’nün Kasım ayı toplantısında konunun ikinci bölümünü işledik. Sydney’deki edebiyat uğraşı, şu ana dek yapılanlar da değerlendirilerek önümüzdeki durumun ne ifade ettiği tartışıldı.
Kısa ve özet halinde, isimleri de belirterek tartışılan konulara açıklık getirmeye çalışacağım. Bu toplantıdan önce kaktüs üyelerine ‘Herkesin kökleri kendisindedir’ başlıklı bir yazı iletmiş ve bunu alt tema olarak, konumuzla ilgili olarak tartışabileceğimizi önermiştim.
- Serdar, bu yazının altı çizilecek kimi noktalarını vurgulayarak, bizleri de ilgilendiren, ama belki katılıp, belki katılmayacağımız kimi noktaları vurguladı. Her ne denli yazıda geçen birçok konu Almanya özelindeki göçmen yazını ve ne olduğuna vurgu yapıyorsa da, biz de bizi ilgilendiren konulara yoğunlaşmalıydık.
- Ziyalan, Almanya ile buranın farklı olduğunu, asıl göçmenliği bizlerin yaşadığını, mesafenin önemli bir olgu olduğuna dikkat çekti. Bizlerin burada Türkçenin konuşulduğuna gayret eden insanlara ulaşmanın ve onları bir arada tutmanın gayretine değindi. Buradaki hükümetin ırkçılığı eritmeye çalıştığını, göçmenlerin de burayı zenginleştirdiklerini vurguladı. Almanya’daki koşulların daha zor olduğunu, yakma-öldürme olduğunu ve ırkçılığın daha çok olduğunu belirtti. Yazılanların burada okuyuculara ulaşmadığını, bunun da bizim önemli bir sorunumuz olduğuna değindi.
- Öymen, göçmenlerin Avrupa’da da zor koşullarda yaşadıklarını, onların geri dönecekler diye gittiklerini, aksine, Avustralya göçmenlerinin daha çok, buraya uyum sağlamak için geldiklerini vurguladı. Herkesin kendi yaşamından beslendiğini, bizlerin de buradaki kendi yaşamımızda köklerimizi bulduğumuzu ve kısaca kendimizi anlattığımıza vurgu yaptı. Yazdıklarımızın büyük okuyucu kitlesine ulaşmadığını da belirtti N. Ziyalan gibi. Her yazılanın çevrilmesinin zorluklarına da değindi..
- Çolpan ise burada daha fazla hakların verildiğini, asimile edilmeye çalışılmadığını, hükümetin göçmenlere daha fazla toleransının olduğunu, toplumlara kendi dillerini öğrenme şansı tanıdığını belirterek konuşmasına başladı. Almanya’da daha fazla ırkçılığın olduğunu, buraya gelenlerin göçmen olarak geldiklerini, oraya işçi gidildiğini ve gettoların oluştuğunu, yerleşik Alman toplumuyla karışmanın yaşanmadığını vurguladı. Türklük, İslamlık ve milliyetçiliğin belirgin olduğunu ve yaşama yön veren unsurlar olduğunu belirtti. Okuyucu kitlesinin azlığı ve ilgisizliği önemli bir konumuz ne yazık ki.
- Karakuş, Bahsedilen yazının önemli olduğunu, etkilendiğini ama kimi zaman kökler konusunun ayak bağı olabileceğine vurgu yaparak, gerici kısmının da söz konusu olma ihtimalini belirtti. Sabahattin Ali örneğini vererek köklerini unutmadığını ve bu arada devlet mekanizmasının da şiddet ve öldürme gücünü dikkate almamız gerektiğine dikkat çekti.
- Özdemir’de yazıyı beğendiğini ve önemli soru ve tanımları içerdiğini belirtti. Türkçe yazılmasını, mutlaka Türkçe ’ye daha fazla hakim olduğumuz nedeniyle yapıyoruz derken, İngilizce olarak yazdığımızda bunun da herkese ulaşma konusunda sorunlu olduğuna gönderme yaptı. Asıl sorunumuzun Türkçe mi, İngilizce mi olduğunu sordu. Türkçe daha iyi yapıyorsak öyle yapalım derken, gerekirse çeviri olabileceğini vurguladı.
- Subaşı ise güftesi yapılan bir şiirini katılanlara dinletti. Aidiyet duygusunun önemine değindi. Doğulan, yaşanılan yer ve anılar önemli derken, dil olgusunun geldiğimiz yere bağlı olduğuna değindi.