Diyalektiğin 4 temel yasasından biridir bu değişim yasası bildiğiniz gibi ve F. Engels bu yasayı şöyle açıklıyor:
“tüm doğa, en küçüğünden en büyüğüne dek, küçük bir kum tanesinden güneşe, canlı en ilkel hücreden insana dek, sürekli bir varoluş ve yok oluş, sürekli bir akış, sonsuz bir hareket ve değişme içindedir.”
Biz bunu bir yere not ederek devam edelim. Yani, felsefenin o uçsuz bucaksız dehlizlerine girmeden hemen konumuzla ilgili olduğu denli kimi düşünce gezileri yapalım.
Ey insanlık!
Evet, hepimiz de bu doğanın bir parçası olarak bundan ayrı konumda değiliz. Ama kimi basit örneklerden yola çıkarak baktığımızda bazen insanın aklını kaçıracağı ve insanoğlunun nasıl da bu yasanın altını üstünü oyup bozduğuna aklı ermiyor. Evet herkes, bir zaman önce inandığı ya da düşündüğü şeylerden farklı yerde olabilir ama diyalektiğin bahsettiği, temelde ileriye dönük ve yapıcı şeylerdir. Bazen tarihte de kimi devinimler geri diye nitelense de, bir zaman sonra doğa normal akışına giriyor. Bu tür gelişmelere ve değişimlere karşı devrimler deniyor.
Ya bizler!
2014-15’lerdeki Barış Sürecinde Akil İnsanlar arasında yer alan Hülya Koçyiğit hakkında belki kimi bir kaç olumlu şey söylemişimdir. Ama Hülya Hanım, bir vatandaşın (!) doğum günü kutlamasında ‘Türkiye’de baskı yok, fazla özgürlük var’ demiş ve buna o nüktedan ve güler yüzlü Ayşen Gruda, tüm zeka kıvraklığıyla ‘Daha ne yapsınlar pardon, kamçıyla mı dövsünler bizi? Hülya Hanım bu hüluyalardan bir an evvel uyansın’ diyerek yanıtını oturtmuş.
Şimdi, Hülya Hanım’daki bu (kötü) değişimi nereye koymalı? Onun hakkında yazdığım daha önceki düşünce ve yorumlarımı geri alıyorum, kendisine bu değişim yolunda başka doğum günlerinde böylesi atasözü değerinde sözler söyleyip de bizim gibi önemsiz insanların morallerini bozmamasını temenni ediyorum.
Değişimin yine bu taraftaki örneklerinden diğer ikisi buradan, aramızdan.
Sydney’deki ilk Demokratik Türk Dernekleri Federasyonu’nun bir zaman sekreterliğini de yapan bir arkadaş, o kadar politik söylem, tavır, ajitasyon, suçlama ve eylemliliğini bugün tümüyle unutmuş ve politik hiçbir tavır ve söylemde bulunmuyormuş. Kendisini tümüyle politik yaşamın dışında görüyormuş. Sanki bundan kurtulmak olasıymış gibi. Çünkü her şeyde politik bir yapı ve tavır vardır. Bu değişimi (!) bire bir kardeşlerinden dinledim.
Sizleri bilmiyorum, ama ben bu değişime (!) bir türlü akıl erdiremedim!
Bir diğer zat-ı şahane ise, yine Türkiye’den buraya geldiği günden başlayarak sol dünya görüşü alanında yaptığı, konuştuğu ve ajite çektiği yılları bir tarafa bırakarak, son aylarda Malatya’da gerçekleşen ve bir yaşlı kişinin evinin işaretlenmesi işini ‘mutlaka bu solcuların işidir, bir olay çıkarmak ve hükümeti zor durumda bırakmak istiyorlardır’ diyerek akıllara durgunluk veren bir söylemde bulunmuş. Bunu da üçüncü elden ve konuşmanın şahidi kişilerden duyuyoruz.
İnsanlar bazen yaptıkları ve tavır aldıkları durumlarından başka, aslında almadıkları veya resmen kı..ıt..kları yönleriyle de ortadadırlar.
Bana acı gelen örneklerden biri de yine, babasının bile anlamakta zorluk çektiği bir dönüşümle Kayyım olarak bir müzik derneğine atanan Yavuz Bingöl (ama son haberlere göre bu görevi kabul etmemiş). Şahsen bu müzisyenin söylediği o güzelim türküleri onun sesinden (bile) dinlemek zor geliyor insana. Hele o uzak ülkede insanların nasıl yıllar içinde evrilerek, eğilerek ve yılan gibi kıvrılarak bu alt ve ‘mukoslu’ noktalara geldiği, bana göre Değişim Yasası’nın bile anlamakta ve açıklamakta zorluk çekeceği şeylerdir.
Aslında daha somut ve içinde olduğumuz ortamlarda yaşananlar maalesef çok sayıda. Sanal ortamın gelişmişliği (!) ve gerçek dostluk ve arkadaşlıkların, onurlu olmanın, insan duruşu sergilemenin birbirine karıştığı ortamlardayız. Umulur ki dostluklar ve arkadaşlıklar gerçek olsun, değişme yasalarına koşut gitsin.