Arada bir biriken ve okunan kitaplar hakkında toptan bir yazı yazıyorum, bu da onlardan biri. Herhangi bir tekrar için şimdiden özür diliyorum çünkü olası tekrarları önleme konumunda değilim.
Bir zaman önce okuduğum ve çok sevdiğim hayat öyküsünden yola çıkarak, memleketlim olan Latife Tekin‘in diğer kitaplarını da son aylarda okuma fırsatı oldum. Nehir söyleyişi türünden çok güzel ve bütünlüklü bir kitaptı. 12 Eylül sonrası adından bahsedilen yazarlardan Tekin in ‘Aşk işaretleri‘ ve ‘Buzdan kılıçlar’ kitaplarını okudum. Buzdan kılıçları daha çok sevdiğimi söyleyebilirim. Bende daha fazla şeyler ifadesini buldu bir şekilde. Bir göçmenlik serüveni yaşayan yazar, çevresi ve ailesi etrafında oluşan, yeni bir şehire yansıyan dağıtılmış ve yoksullaşan yaşamları kendine özgü anlatımlarla yansıtıyor. Onun diline alışmak biraz zor olsa da başka bir tat veriyor insana.
Can sıkıcı ortamı dağıtmak anlamında daha yıllar önce okuduğum iki kitabı da okuma fırsatı buldum. Birincisi, Muzaffer Abayhan‘ın ‘Bunları kesmek lazım’ gülmecesi. Sanırım bir şekilde bu kitaptan daha önce bahsetmiş olabilirim. Gerçekten tüm zamanların okumaktan tat alınacak değerde ve Aziz Nesin’i kıskanmayacak bir sevgiyle…
Arada bir kimi referanslarda gerekli olan ve yine yıllar öncesi okuduğum Toktamış Ateş’in ‘ Toplumların belleği ve medya‘ kitabından da biraz bahsetmek gerekebilir. 12 Eylül sonrası dönemlerinin 2000’li yıllara dayanan, demokrasi, laiklik ve tarihsel-kültürel birikim konusunda, medyada söz konusu gelişmelerin arka planını zamanın gazete yazılarından derleyerek damıtan bir kitap. Her ne denli, birçok konuda aynı düşüncelere sahip olmasam da öğrenilecek, referans olarak kullanılacak değerde bilgiler var bu kitapta. Bugünlere bakıldığında, o zamanlar sorun olan kimi konuların nasıl da fersah fersah yıkıldığını, değerlerin alt üst olunduğunu görmek çok ilginç. Kala kala ahlar, vahlar, yazıklar … kalıyor.
Klasiklerden Franz Kafka‘nın ‘Ceza sömürgesi‘ çok küçük boyutta ama bir o kadar da etkileyici bir kitap. Bir kaç açıdan çok sevdim bu kitabı. İlgi alanım olan çeviri konusunda, kitabın sonunda verilen kimi önceki çevirilerde kullanılan karşılaştırmaları açıklaması tek sözcükle mükemmel. Böyle bir yöntemi daha önce hiç bir kitapta görmedim. Edebiyatı sevenler ve dil, çeviri konusunda ilgi duyanlar için bulunmaz bir fırsat. Dilin, sözcüklerin, farklı anlatmanın ne denli önemli olduğu gerçeği ortada. Zamanında yazarın kendisinin, bu öyküyü okuduğu 1916’da 50 kişiye okuduğu sesli okumada, bir kadının düşüp bayıldığını, daha sonra iki kişinin daha fenalaşarak salonu terk ettiği açıklanıyor. Artık, okurken aman dikkat demek gerekiyor mu bilmiyorum! Ayrıca bu kısa boyutlu kitapta İncil’e, dinsel mitlere yönelik kimi ipuçlarına da rastlamak olası. Dahası, sömürgeciliğe karşı bir duruş, mesaj. Konusu ve anlatılanın korkunçluğu bir yana, Kafka tadında bir başyapıt.
Giovanni Guareschi‘nin ‘Katır inadı‘ kitabı başka bir güzel mizah kitabı. Yine yıllar öncesinden okuduğum bir kitap diye anımsıyorum. Bazen öyledir, sonradan okunan kimi kitaplardan daha çok tat alınabiliyor ve bunu birçok durumda kendimden biliyorum. Örneğin lise yıllarında okumaya çalıştığım Balzac’ın kitaplarını bitirememiştim ama başka zamanlarda aynı zorluğu çekmedim. Aynı biçimde, başka Rus ve Avrupa klasiklerini okurken de benzeri bir ikilem yaşadığımı anımsıyorum.
Tahir Abacı’nın başka kitaplarını okudum mu bilmiyorum, okuduğum ‘İkinci adam‘ kitabından çok zevk aldım. Dili ve anlatımı çok akıcı ve sağlam bir kurguya sahip. Anadolu ve taşranın kimi özelliklerini ve gençlerin karşılaştığı kültürel ve sosyal sorunlar ve bu sorunlarla baş etmeye çalışırken aşk, siyaset ve toplumun içinde bulunduğu koşulları anlatan bu kitabı sevdim.
Kitap okumaya ve başka kitaplarda buluşmaya devam.