Birgün Gazetesinin 5 Şubat 2018 Pazar ekinde iki yazı okumuştum zamanında. Biri Önder Kulak’ın yaklaşık yukarıdaki başlıkla, diğeri de Kansu Yıldırım’ın ‘Führer hukuku ve demokrasisi’ başlığıyla yayımlanmıştı.
Bu iki mükemmel yazıdan kimi alıntılar yaparak Türkiye denen yalnız ve cahil ülkeyle ilintisi ya da benzerliklerini belirtmeye çalışacağım. Bence sadece yalnızlığı yeterli olmuyor, buna mutlaka cahillik kısmını da eklemek gerekiyor artık.
Kansu Yıldırım yazısında “ egemen sınıfların ihtiyaçlarına hızlı yanıt veren bir partinin veya yönetsel yapının göreve başlaması gereklidir” diyerek “karmaşa koşullarına son verip sınıflar arasında dengeyi kuracak, çıkarları kaynaştırabilecek bir parti ve liderlik makamı, istikrara sağladığı oranda kabul görecektir” diyor. Bunu ülke gerçekliğine uyarlarsak, OHAL’in işverenler için yapıldığı ve uzatıldığı defalarca tekrar edilmişti.
Yıldırım devamla, devletin baskı ve ideolojik aygıtlarının bütünleşmesiyle birlikte hukuki ve siyasi iki form’un öne çıktığını savlıyor. Hukuki formun ‘Führer hukuku’ olduğu anlaşılıyor. Hitler’in faşist rejimin temellerini legal ve formel siyasal ortamda attığını ve bunu Weimar Anayasası ekseninde yürüttüğünü hatırlarsak, cahil ülkenin başında bulunan kişinin de ‘normal ‘ seyrinde işleyen Parlamento ve Anayasa ile işleri yürüttüğü görülür.
Yazar, Nazi teorisyeni Carl Schmitt’e atıfta bulunarak, Führer’in en yüksek yargıç olarak liderliğinin gücüyle tehlike koşullarında doğrudan hukuk yarattığını ve hukuku kötü suistimallerden koruduğunu anlatıyor.Netekim Paşa’dan alınan kimi ipuçları da yedekte kullanılarak, nasıl hemen her konuda bir politikacının deyimiyle ‘her naneye molla olmaktan’ geri durmadığını da açıkça yaşıyor o ülkede yaşayan cahil ve yalnız insanlar.
İkinci kısım olarak ‘siyasi form’ halinin aslında ‘Führer demokrasisi’ olduğu anlaşılıyor. Bu alanda da önemli olan durumun, faşizmin asli özelliklerinden birisinin ‘sınırlandırılmaz’ oluşudur. Kamu yönetiminde bilinen tipik kamu yararının basit bir ifadeyle ‘Führer yararı’ olduğu açıklanıyor. Uzaktaki ülkede yaşanan olaylara örnek olarak nasıl kamu yararı için yüzbinlerce zeytin ağacının yok edilmesiyle yerine getirildiği gibi, nehir yataklarına yapılan HES projelerinde de yaşanıyor. Devlet nereye nasıl bir proje yapacağını kendisi belirliyor ve sonuçlarını düşünmeden yola çıkıyor. İstanbul için sözkonusu olan Kanal projesi ve 3. Havaalanının birçok bilim insanı ve bu işi anlayan kişilerce ‘çevre katliamı’ olarak tanımlandığı da medyada fazlasıyla yer aldığı biliniyor.
Yazar, devlet işleyişi konusunda da ‘”Führer ilkesi, kapsayıcı ve tanımlayıcı bir otorite figürünü devlet idaresine entegre eder. Tüm memurların işlem ve eylemlerinde oto-kontrol sitemi olarak Führer’in düşünceleri ağırlığını koyar. Faşizm ideologları, Führer’in ‘halkla türdeş’ kabülünden hereketle halkın ‘siyasal parçalanmışlığını” Führer’in birleştireceğine yönelik kuvvetli inanca sahiptir. Devamla “… Führer’in eylem ve söylemine uyum gösteren bir kamu inşa edilir, böylece Führer, temsili demokrasinin klasik hukuki meşruiyet biçimlerine ihtiyaç duymaz” der. Bunun için yüzlerce örnek vermek olası. Baştakinin artık tek bilen ve yöneten olduğu, insanların bilincinde ve tavırlarında gündelik olaylardandır. Onu reis, önder, dünyaya kafa tutan, Osmanlı’yı dirilten, son padişah ve peygamber v.s olarak değerlendiren yüzbinlerin olduğu ayan beyandır. Çünkü o, bazen evdeki yüzde elliyi bile zapt edemez durumdadır. Maazallah, bir sokağa çıkmasınlar! Kadınlar ve kızlar lütfen kenara çekilin, kaçın, evlere sığının!
Geliyoruz yazarın son belirlemesine. O da ‘savaş durumudur’. “Führer hukuku’nun ve ‘demokrasisinin’ yerleşiklik kazanması için SAVAŞ DURUMU GEREKLİDİR. Faşist rejimler açısından ‘sonsuz savaş’ formatındaki bir savaş, ulusların kendisini ifade edişinin en yüksek şekli kabul edilebilir. GERÇEKTE İSE savaş hali, epik ve moral ihtiyaçtan ziyade, faşist rejimin siyasi ve ekonomik çelişkilerini başka mekanlara ihraç etmesine yarayan bir tür imkândır. Halk sınıflarının tepkilerini iktidar dışındaki bir imgeye ve merkeze yöneltmesini sağlar. Yoksulluktan, ekonomik krizden, gerilimli toplumsal ilklimden v.s açığa çıkan psiko-politik öfkenin ve diğer hislerin ‘düşman’ bir ülkeye veya ideolojiye doğru seferberliği, faşist iktidar bloğuna pek çok hamlesi için avantaj kazandırır”
Yani, daha mükemmel ve açıkça nasıl açıklanabilir sözkonusu durum? Sen kalk, Ülkenin edinilecek en olası Barış seçeneklerini yık, yapılan resmi antlaşmaları tanıma, hükümet kurdurtma, yeni bir seçim kararı al, Kürt sorununu tüm Kürt şehir ve yerleşimleriyle bombala, ülkenin 3. Büyük Partisinin eş başkanlarını hapse koy, binlerce muhalif ve aydını, gazeteciyi tutukla, hukukla ilgisi olmayan kararlar aldırt, birlikte çalıştığıngrup ve kesimlerle katliamlar uygula… v.s , v.s.
Yalnız ve cahil bir ülke dünya boyutunda daha nasıl yalnızlaştırılıp cahilleştirilir ki? Bu köşenin elverdiği boyutuyla bu temanın ikinci kısmını gelecek hafta irdelemeye çalışacağım Önder Kulak’ın yazısıyla.
Özel Not: (sözde Nobel Barış Ödül sahibi idi) Aung San Suu Kyi ASEAN toplantı haftasında 20 Mart’da Sydney’de yapacağı konuşmayı gerekçesiz iptal etti. Senin gibi bir korkak ve zavallıyada ancak bu yaraşırdı! Tek yapacağın şey,sana verilen bu ödülü bir an önce geri ver.
AVUSTRALYA GÜNDEM
1 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
2 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
2 gün önceTHİS WEEK’S PAPER
3 gün önceNEWS
3 gün önceNEWS
3 gün önceNEWS
3 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
3 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
3 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
4 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
4 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
4 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
4 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
4 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
5 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
5 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
5 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
6 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
6 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
9 gün önce