Merhaba değerli Dünya okurları. Avustralya’da siyasetin oldukça yoğun geçtiği bir haftayı geride bıraktık. Yaşadığı ilişki yüzünden Liberallere sorun yaşatan Barnaby Joyce görevinden yani milliyetçi parti adına yürüttüğü Başbakan yardımcılığından ve parti başkanlığından istifa ettiğini açıklayarak hem partisine hem de koalisyon ortaklarına rahat bir nefes aldırdı ve politikaya pasif olarak devam edebileceğini belirtti. Son birkaç haftadır üzerindeki yoğun baskılardan dolayı geri adım atmayan Joyce daha fazla gündemi ve koalisyonu kendi meseleleri yüzünden meşgul etmek istemediğini belirterek bu kararı aldığını açıkladı. Hayırlısı ne diyelim politika işte bu gün varsın yarın yoksun. Burada yaşananlar umarız tüm dünyadaki koltuk sevdalılarına da örnek olur.
Değerli okurlar bu hafta sonuna doğru Türkiye, yaşanan sınır ötesi operasyon haricinde, sık sık gündeme gelen özelleştirmelerle meşguldü gene. Buradan da zaman zaman sizlerle paylaştığım bu konu, en son şeker fabrikalarının satışı kararıyla yeniden alevlendi. Uzun yıllardır habire kah yerli sermayeye, kah yabancılara satılarak hazineyi rahatlattığı belirtilen kamu mallarının satışına şeker fabrikalarıyla devam kararı, en çokta buralarda çalışan binlerce emekçinin işini, ekmeğini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacağı korkusunu birlikte getirdi. Yani satışına karar verilen fabrikalardaki çalışanların durumu muamma.
Konuya ekonomik olarak bakılınca şimdiye kadar yapılan satışların mali olarak devleti ne kadar rahatlattığı kocaman bir soru işareti. Yabancı sermayeyi ülkenin tam ortasına oturtarak, neyin, kimin ne kadar rahatlatılıp milyonlarına milyon kattığı aşikar olan son on beş yıllık ülkeyi ufak ufak satma maceramıza bakılınca insanın “vay be gerçekten de çok dirayetli bir ülkeymişiz hala ayakta kaldığımıza göre” diyesi geliyor. Ekonomi, maliye tabi ki uzmanların işi. Yıllık göstergelere göre gidişat neyi işaret ediyorsa ona göre önlem almakta. Ama Türkiye’nin belki de elli altmış yıllık ekonomik karnesine bakınca bitmeyen kötü gidişin önüne bir türlü geçilememesinin sebebini maalesef hiç bir iktidar bulamadı. Belki de aramadı bile. Türkiye petrollerini özelleştirirken satıştan elde edilen gelir acaba şu an altı TL ye petrol almamıza değdi mi acaba? Türk Telekom’un %55 inin Araplara, TÜPRAŞ’ın %51’nin İngilizlere, PETKİM’in %51’nin Azerilere, Tekelin 6-7 fabrikasının Hollanda’ya satışından nasıl bir gelir elde edildi ki şu an rahatlayan ülke ekonomisinde emekliye reva görülen zam miktarı ayda 49 TL oldu.
En traji komiğini söyleyeyim size değerli okurlar, Tekelin içki bölümü 2003 yerli girişimci MEY grubuna 292 milyon dolara satıldı. Mey grubu da 3 yıl sonra yani 2006’da Amerikan TPG firmasına 292 milyona aldığı Tekeli 810 milyon dolara sattı. Şimdi bu kurum özelleştirilerek üç sene gibi kısa bir sürede böyle karlarla satılıyorsa devlet olarak bu karı niye biz yapmadık da sattık diyebilirsiniz. Durun dahası var. Beş yıl sonra Amerikalılar aldıklarının ön katına İngiliz Diageo şirketine satıveriyorlar Tekelin içki kısmını. Ne olmuş yani ticaret bu diyenlerde olacaktır. Şahısların şirketlerin yaptığına ticaret denir tabi ki ama bir ülkenin öz kaynaklarını har vurup, harman savurup, ekonomiye katkı sağlayacağız diye satıyorsanız iki kere düşünmeniz gerekiyor. Örneğin sadece yukarıda verdiğimiz örnekte devletin kaybı 500 milyon dolar. Yani kurum devlette kalsa bu kadar para devletin kasasında kalabilirdi. İrili ufaklı, fabrikalardan tutunda, bankalara kadar ya hepsi ya da çoğu yabancı sermayenin elinde olmayan pek bir kamu malımız kalmamış aslında. Özelleştirilen her yerde de aynı işçi kıyımı dramı yaşanmış, hala da yaşanıyor. Hem satışlardan o kadar zarar ediliyor, hem de o kadar insan işinden oluyor.
Yabancı sermayenin içimizde bu kadar dolaştığının, saptan samana her şeyi dışardan aldığımızın en güzel kanıtı ne biliyor musunuz? Her kavga edip gerildiğimiz ülkenin malını protesto ediyoruz ya işte o. Hollanda portakalı, Alman arabası, Amerikan içkisi ve parası(malum iç piyasada pek TL kullanılmıyor her dolara endeksli)Rus gazı ve bunun gibi onlarca çeşit malzemeyi her kavga edip kızdığımızda yakıp, bıçaklayıp, döküp protesto ediyoruz. Yani her şey dışarıdan ya da yarı ortaklı. Satıvermişiz babalar gibi.
Benim anlayışıma göre bu bir nevi silahsız, kansız ele geçirmedir değerli okurlar. Bunu da nasıl yaparsınız işte aynen şu an bizim yaşadığımız gibi. Harran ovasının gayri resmi İsrail’in, Petrolün Arapların, Bankaların, Tekelin, kullandığımız elektriğin, gazın İngilizlerin, Amerikalıların kontrolünde olduğu bir ülkenin bağımsızlığından ne kadar bahsedilir varın siz düşünün. Bunlar yabancı sermayenin elli altmış yıllık planlarının bir parçası. Özellikle şeker fabrikaları Türk tarihinde kendi kendimize yetip, dışarıya bile satış yaptığımız temel taşlardı. Hadi oraları da satalım, acaba sırada ne var?
Seksenlerin Amerikan güdümlü Özal yönetimiyle ayyuka çıkan memleket sermayesini satma, yani kendi kuyumuzu kazma modeli yaşanan bunca şeye rağmen bitmedi. Elde olanı satmak, birilerinin parasına para katmak, bir günde yeni milyonerler türetmek yerine doğru dürüst bir ekonomik politika izlenseydi, Türkiye sadece Konya ovasında çıkan un ile dünyanın en büyük satıcısı olurdu. Bu gün dışarıdan un, saman alıyoruz.
Ne yazık ki, yerli malı sözü, sanırım sözlüklerde bir hatıra olarak kalacağa benziyor bu gidişle. Tabi başka bir anlamda kullanılmazsa.
Dostça kalın.
NEWS
2 gün önceTHİS WEEK’S PAPER
2 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
3 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
4 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
4 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
4 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
4 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
4 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
4 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
4 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
4 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
4 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
4 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
4 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
4 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
4 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
4 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
4 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
4 gün önceAVUSTRALYA GÜNDEM
10 gün önce