Merhaba değerli Dünya okurları. İyisiyle kötüsüyle bir yılın daha sonuna geliyoruz. Gelirken de sonu başı demeden gündemi dopdolu zamanlar geçiriyoruz, hem dünyada, hem Türkiye’de hem Avustralya’da. Yani haberciler konu bulmakta hiç zorluk çekmeden o haberden bu habere koşuşturuyorlar. Ben de bu hafta hem dünya hem Türkiye hem de Avustralya’yı kısaca gözden geçirmek istedim, kendi penceremden.
Avustralya’da, yeni başbakan Scott Morrison daha kendi partisinde bile yerini sağlamlaştıramadan, hemen her gün muhalefetten ve kamuoyundan birçok konuda tepki yağmuruna tutulurken işi gücü bıraktı, kime neye yaranmak için olduğu belli olmayan bir cevvallikle kaç aydır gündeme getirip durduğu Küdüs’ün İsrail’in başkenti olarak kabul etme dayatmasını hayata geçirdi.
Dün yaptığı açıklamada hükümet olarak böyle bir karara vardıklarını söyledi. Şimdilik Avustralya elçiliğini buraya taşımayacaklarını, sadece bir ticari temsilcilik binası açacaklarını, elçilik binasının taşınmasının daha sonra gündeme gelebileceğini de ekledi.
Adam gene kıyak yaptı aslında, konsolosluğu taşımadı. Yani buna şükredin der gibi bir havada söyledi sanırım. Tabi bunun üzerine birçok yerden birçok değişik şekilde tepki geldi. Avustralya’daki insan hakları savunucuları da dahil olmak üzere birçok yerden.
Bu tepkilerden biri de İslam İşbirliği Teşkilatı başkanlığından geldi. Dediler ki “bu hukuk dışı bir adımdır, Birleşmiş Milletler kararlarını tanımamaktır. Tüm meşru uluslararası kararlara göre, Kudüs İsrail tarafından işgal edilmiş Filistin toprağıdır ta 1967 den beri.” Şimdi bunu söylemek çok güzel de, birincisi bu uluslararası kararlar 67’den beri ihlal ediliyorsa niye kimse İsrail’e gık demiyor, Birleşmiş Milletler dahil.
İkincisi, hadi dünyanın gelişmiş ülkelerinin işi, gücü çok(işgal gibi, yeni sömürülecek yerler bulmak gibi, işleri çok zor valla) bu İsrail’in burnunun dibindeki dindaşlardan niye bir tepki, karşı koyma hareketi gelmedi. Yani din kardeşliği söz konusu.
1967’den beri. Uzun zaman, niye gelmedi ben söyleyeyim. Bütün Ortadoğu’yu, dünyanın birçok yerini böl parçala yönet yöntemiyle elinde tutan ağababalarından, İngilizlerden, Amerika’dan icazet gelmediği için.
İsrail’i adeta bölgedeki yetkili jandarması gibi gören egemenler istedikleri gibi at oynattılar bölgede, halada oynatıyorlar. Daha doğrusu, Yemen’de Şiilere kan kusturan, bomba yağdıran Arap koalisyonunun Filistin’e gelince karşılarında el etek öptüklerini gören ve bilen süper güçlü devletler, kendilerinden emin, yıllardır Filistinlilerin katlini büyük bir zevkle izliyorlar.
Evinde çıkan petrolü, işleyip satmaya üşenen Arap milleti her şeyiyle kendisini teslim etmiş durumda bu kan emici yarasalardan, hiçte rahatsızlık duymuyorlar. Lafa gelince de sana bana Müslümanlığı, İslam’ı öğretmeye kalkarlar.
Şeriatla ülke yönetip, içtiği sudan, kullandığı arabaya, tuvalet kağıdına kadar Amerika’dan alırlar.(Tuvalet kağıdından emin değilim, haksızlık etmek istemem, yani tuvalet kağıdı kullanım oranını bilmiyorum malum mevcut sistemden dolayı).Şimdi buraya kadar olanları aşağı yukarı hepimiz yıllardır takip ediyoruz da bu Avustralya’ya ne oluyor diye sorası geliyor insanın.
Çok kültürlülüğün dünyadaki sayılı temsilcilerinden biri, insan hakları konusunda oraya buraya ve hatta şuraya habire nutuk atan (ama ne hikmetse sığınmacı politikasında hep sınıfta kalan)Avustralya’ya ne oluyor?
Yani İsrail nere, buran nere, bir de seni böyle bir girişime iten ne? Amerika’mı? O zaman bir karar verelim biz kime şakşakçılık yapıyoruz Avustralya’da İngilizlere mi, Amerikaya mı? Buradan İngiliz’in peşine takılıp, ta Türkiye’ye gidip telef olmuş bir ırkın torunları olarak Kudüs’le, İsrail’le ne işiniz var? Ha buradaki Yahudilere hoş görünmekse amaç, onlar akşama kadar Bondi beachte güneşleniyorlar, hiç umurlarında değil. Olmuyor, çok kültürlülüğe yakışmıyor. Umarız bu talihsiz kararından döner Avustralya.
Dünya döndükçe olaylar, gündem o kadar hızlı değişiyor ki takip etmek zor değerli okurlar. Ama bazı konular var ki dikkatimizden kaçması imkansız. İşte bunlardan biri de şu meşhur Kaşıkçı cinayeti. Hani Türkiye’de Suudi elçiliğine girip çıkamayan, Suudi kökenli ve aynı zamanda muhalif bir gazeteci yazar olan Cemal Kaşıkçı. 2017den beri ABD de yaşıyor. Orada devam ediyor işine, birçok ses getiren söyleşisi var geçmişte mesela El-kaide lideri Usame Bin Ladin ile.
Özellikle Arap eğitim sistemi hakkında yaptığı eleştiriler çok ses getirmiş dünyada. Demişki “dini eğitimle hayata tutunmanız çok zor, petrol bitince ne yapacak bu memleketin insanı, kendimizi geliştirmeliyiz”, demiş ve ayvayı da yemiş. İstenmeyen adam ilan edilmiş ülkede.
Hatta dingilin birisi Kaşıkçının yazdığı gazetenin alınmaması konusunda fetva vermiş, kitapta bile yeri var demiş. Neyse uzatmayalım adam evlilik işlemleri için İstanbul’daki Suudi Başkonsolosluğuna giriyor ve çıkamıyor. Günlerce aranıyor araştırılıyor, en sonunda öldürüldüğü öğreniliyor. Kim tarafından, Suudlara göre korsan bir operasyonla gizli bir güç tarafından. Bize de yani Türkiye’ye bilmeme kaç gün sonra açıkladılar, tabi biz hesap vereceksiniz dedik, bir ay falan önce hala verecekler.
Bu Amerika’nın deli emlak kralı Trump’la Suudilerin çemberli entarili kralı G-20 de karşılaşıp helalleşiyorlarken, Trump’ın aklına geliyor, Kaşıkçıyı ne yaptınız, kaça bölüp kestiniz, bari cesedini verin, biz parçaları birleştirip güzel bir cenaze yaparız derken, çemberli valla bizim bir alakamız yok, dış güçlerin uydurması diye savsaklıyor.
Birkaç gün önce Amerikan senatosu sırf bu cinayet için toplanıp, Suudi Prens Muhammed Bin Selman’ı Kaşıkçı cinayetinden sorumlu tutan bir yasa çıkarıp kabul ediyorlar. Amanın çemberli buna bir kızmış, bir üzülmüş, asla bu kararı kabul etmiyorum demiş. Üzülür tabi. İnsanın babasından tokat yemesi gibi bir şey. Her denileni yap, her şeyini teslim et, sonra bir adamı parçalara bölüp öldürdünüz diye suçlan, yok ya. Her gün Yemen’de, orda burada sizin emrinizle yüzlerce çocuğu kadını öldürüyoruz kimsenin sesi çıkmıyor da şimdi nooluyor. Valla çemberli haklı isyan etmekte, ne diyelim.
Türkiye’ye gelince, yerel seçim fırtınası tüm hızıyla esiyor. Hatta o kadar hızlı ki rüzgarıyla hızlı trenleri bile çarpıştırıyor. Acı ama gerçek. Ülkemizin gerçekleri. İnsan hayatına verdiğimiz değer bu. Bir tren kazası ya da cinayeti. Ölen 9-10 insan. Küçücük bebekten, üniversite hocasına 9 can.
Sebep, sinyalizasyon hatası. Sorumlu? Tabi ki kimse değil. Zaten sinyalizasyonda çok önemli değil. Her şey kader kısmet alnımıza ne yazıldıysa o. Artık bunlara inanır, ikna olur bir millet haline geldik. Daha fazla bir şey yazmaya gerek yok sanıyorum. Bir değerin, bir insanın, tüm insanların kıymetini bilelim, hiç bir ayrım yapmadan, insan kolay yetişmiyor, hayatı da bu kadar ucuz olmamalı, sorumlular en azından bu sefer hak ettiği cezayı almalı, sırıtarak ortalarda gezmek yerine.
Dostça kalın…