Victoria eyaletinde korona virüsü salgınını sıfırlamamıza çokta sevinemiyoruz. Çünkü Türkiye’de Avrupa’da virüsten etkilenenlerin sayısı arttıkça oralardaki yakınlarımız hakkında bizler burada tedirginiz haliyle. Allah yardımcıları olsun
Pandemi günlerinde bir çok insan işini kaybetmişti. Bu hafta şöyle bir nabız yoklaması yaptım. Yeni iş bulanlar, yerine işçi arayanlar vardı. Eski işyerleri kapanan ve başka işlere kurslara bakanlar vardı. Bir de City’de veya değişik semtlerde bir çok dükkan ofis gibi iş yerleri hep kapanmışlar her şeyler taşınmış, sokaklar hayalet şehir gibi bomboş yerlerle doluydu. Oralar virüs dursa bile tekrar nasıl aktif olacak bilinmez. Şehir dışında açık havada yapılan hafta sonu marketleri ağzına kadar insan seliyle doluydu. Şimdilik maskelerimizi takmaya mesafe ve temizlik kurallarına azami dikkat etmeye devam ediyoruz.
Melbourne’da yeni yıl yaklaştıkça bazı evler rengarenk ışıklarla süslenmeye başladı. Akşamları sokaklardan geçerken her yer ışıl ışıl seyrediyoruz. Biz Noel’i ve yeni bir yıla girmenin kutlandığını Berlin’de gördük öğrendik. Yetmişli yıllarda şimdiki gibi abartılı sokak süslemeleri havai fişekler falan pek yoktu. Daha çok bol karlı bir kış mevsiminde sıcacık evler, pastalar, hediyeleşmeler falan daha çok göze çarpardı. Hiç unutmam Noel’e yaklaştığımız bir günde okuldaki son ders günümüzdü. Öğretmenimiz bir hafta önceden şöyle çam ağacından tepsi gibi kıvrımlı yuvarlak, araları kırmızı çekirdeklerle süslü ortasında mumlu falan bir masa süsü getirmişti. Okulun son günü herkes ona sahip olmak isterken öğretmen sınıfı susturdu ve o çam yapraklarından masa süsünü bana hediye etti. Büyük bir sevinçle eve getirdim getirmesine de ne yapacağımızı nasıl oynayacağımızı bilemedik bi kenara attık.
Berlin’e ilk gittiğimiz yıllarda beş katlı bir binanın üçüncü katında kalıyorduk. Karşı dairede ve alt üst katlardaki komşularımız hep yaşlı kadınlardı. Sonradan öğrendik eşlerini savaşta kaybeden bu ninecikler tek başlarına yaşarlardı. Bembeyaz saçları her zaman muntazam taranmış ve incecik filelerin içindeydi. Almanca Oma diye seslendiğimiz bu nineler gördükleri her yerde bize gülümseyerek “günaydın, iyi günler, nasılsınız” diye konuşmadan bizleri sevmeden dairelerine girmezlerdi. Biz çocuklar nezaketi gülümsemeyi onlardan öğrendik diyebilirim. Unutmadan televizyonu da ilk defa Berlin’de gördük. Yeni yıla yakın bir kış gününde TV’de bir reklam gördük. Çocuklar ayakkabılarını dışarıya kapının önüne koyuyorlar, bir müddet sonra bir bakıyorlar ayakkabıların içine çikolatalar konmuş. Çocuk aklı reklam çok hoşumuza gitti. Dört kardeş ayakkabılarımızı aynı reklamdaki gibi dışarıya sıraladık kapıyı örttük. Yatacağımıza yakın ayakkabıları hatırladık kapıya koştuk. Ne görelim ayakkabılarımıza çikolatalar koymuşlar, ne çok sevindik. Tabi biz bu iyiliği hep omalardan bildik.
O zamanlarda anneler babalar her gün işe gidince biz çocuklar çok sahipsiz yalnız kalırdık. Arda arda sıralı binalarda oturan bütün Omalar çok merhametli yardım sever iyi insanlardı. Savaştan çıkmışlar onlarda yalnızdılar. Biz ninelerimizi özlerdik, kim bilir belki onlarda olmayan ailelerini. Omalarla merdiven girişlerinde karşılaştığımızda ellerinde torba çanta bir şeyleri varsa hemen taşımalarına yardım ederdik. Biz çocuklara “dankeschön” deyip kocaman bir çikolata vermeden bırakmazlardı. Onları böyle böyle çok sever sayardık. O yıllarda yaşamak zorunda kaldığımız hüzünlü çocukluğumuza Omalar bi nebze olsun renk katar biz çocukları mutlu ederlerdi. Annemler onlara Muti diye hitap ederlerdi. Babam dolacak formların içinden çıkamadığında hemen Omalardan birinin kapısını çalardı. Her yeni yılda yüzleri buruşmuş, belleri bükülmüş bize sevgiyle gülümseyen akça pakça nineleri hatırlarım. Onları saygıyla anıyorum.
Hepinize sağlıklı güzel günler dilerim
Pembegül Abla