PEMBEGUL ABLA MELBOURNE

PEMBEGUL ABLA MELBOURNE

30 September 2024 Monday

ETLİ BUTLU BİR YAZI

ETLİ BUTLU BİR YAZI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Yıllar önce Coburg taraflarında Asyalı manav bakmış yandaki kasabın satışları çok iyi gidiyor, sebebini merak etmiş. Biraz dikkat edince camekandaki “helal” etiketi sayesinde insanların özellikle bu kasaba geldiklerini keşfetmiş. Ertesi günü manav sahibi satışlarını artırmak için etiketlerinin üzerine ekstradan “helal portakal, helal patlıcan, helal elma…” yazıp döşemiş. Bu durumu fark eden Müslümanları baya güldürmüş, bakın hatıra taa bu günlere geldi.

   Yine helal et ile ilgili unutamadığım gayet eskiden bir hatıra. Sünnet mevlidinde muhterem, müstesna davetliler toplanmışlar, mevlitten sonra sıra evin bahçesin de pişip hazırlanan BBQ yemeye gelmiş. Bütün misafirler ocaktan sıcak sıcak dağıtılan kebapları iştahlıca yemeye başladığı bir anda işgüzar bir misafir yakınındaki birisine “bu etler helal mi?” diye soruyor. Ev sahibinin yakını birisi de etlerin nem neredeki helal olmayan ama hiç domuz satmadığıyla tanınan bir kasaptan alındığını haber veriyor. Aman Allah’ım, daha millet yenice mis gibi kokan kebapları yediği bir anda gerçeği öğrenen işgüzar misafir ortaya atılıp “arkadaşlar bir dakika, sakın bu kebapları yemeyin, helal kesim değilmiş” diye anons ediyor. Abboow..kimisi ağzında lokma, kimisi yenice yiyecekken, kimisi dağıtıp pişirirken millet donup kalıyor. Mevlüt bitmiş, millet aç, dursun mu, yesin mi şaşırıyorlar vee olanlar oluyor. Ev sahibi vatandaş bu ayarsız misafire vakitsiz anonsu yüzünden çok sinirleniyor “sen kahyasımısın eti nereden aldığımın” deyip “lamlam ayak, lamtı kulak…”der gibi basıyor küfürü.

   Bence bir davete gitmeden çok önce etler helal mi, haram mı sormak daha şık daha güzel olurdu. Bugün biraz eskiden helal et bulmanın ne kadar zor olduğundan yazıp tarihe bir not düşmek istiyorum. Seksenseniz yılında Melbourne ye geldiğimizde sadece Couburg’da helal et satan bir veya iki kasap vardı. Her zaman gidemediğimiz için bir aylık et alıp paketleyip buzlukta muhafaza ederdik. Buzu çözülmüş etin tadı lezzeti hiç güzel olmazdı ama yapacak bir şeyimiz yoktu. Bazen yakınlarda hiç domuz satmayıp sadece kuzu eti satan yerlerden de ucuz et alanlar olurdu. Ama onların helal olmadığını alan da almayan da biliyordu. Bu yüzden herkesin evinden elinden yiyemezdik. O zamanlardan bende eser kaldı, “etiniz helal mi? “diye sormadan duramıyorum. Bosna’dan yeni gelen bir arkadaşım bana tütsülenmiş kendi yaptığı bir etten ikram edeceğinde aynı soruyu ona da sordum, hiç unutmam bana “evet helal, kendi çalışıp kazandığım paramla aldım” demişti. Sonradan güzel güzel konuştuk anlattık, etin nasıl helal veya haram olduğunu öğrendi. Eskiden şehir dışındaki çiftliklerde ucuz hayvan alıp kendisi Besmeleyle kesip et ihtiyacını karşılayanlar da çoktu. 

   Geçen Nur vakfından broşür getirmişler. Taa Highpoint’ a helal kasap açılmış ya çok şaşırdım. Oraya Müslümanlar giderse diye bir mescit açtıklarını duymuştum, bir de helal kasap olması o büyük alış-veriş merkezine çok yakışmıştır.  Son yıllarda Sadece Sunshine semtinde birçok helal et kasabı açıldı. Hepsi de kaliteli et sunumlarıyla acayip rekabet halindeler. Artık etleri öylesine kesip vitrine koyup satmıyorlar, çeşitli kıymalar, acayip soslanmış hemen pişirmelik etler, sığırı ayrı kuzusu ayrı dilimlenmiş kemikli kemiksiz pirzolalar, çeşit çeşit sosisler, Adana’sından tutun türlü şekilde hazırlanmış köftelerle falan vitrinler çok albenili. Yalnız bu kadar bol kasap ve çeşitleri olmasına göre fiyatlarda bir indirim ucuzluk göremedim. Çoğusun haftalık bir-iki çeşitte ufak indirimlerle müşteri çekmeye çalışıyorlar. Artık Müslüman olan her kesimin damak tadına uygun taze etler var şükür, iş sadece en kasaptan alıp tencereye atmaya kalıyor. Buzluklar da depolamaktan kurtulduk

    Avustralya da satılan etlerin çok kaliteli olduğuna inanıyorum. Geçen aylar da Bali’ye ve Lombok’a gezmeye gittiğimizde bazı yerlerde helal etlerin Avustralya’dan geldiğini gururla ya yazıyorlardı veya bizzat belgesini gösteriyorlardı. Bir tanıdığımdan taa Canada’ya hatta Amerika ya bile helal et ihraç edildiğini öğrendim. Bu işlerde çalışan bir tanıdığım Avustralya’dan helal et almak isteyen ülkelerin bunları kontrol edecek görevlilerinin geldiğini ve bizzat etlerin kesilişine refakat ettiklerini, helal mührü vurduklarını söyledi. Rusya’dan gelen bir tanıdığım “oradaki büyük bir plaza da haftada bir sefer helal et satışı oluyordu. Erken gitmezsek “helal etler daha sağlıklıymış” diye inanan Ruslar bizden önce etleri satın alıp bitiriyorlardı.” dediler.

   Müslüman olmayan Avustralyalılarla konuşurken de helal et mevzusunu çok sorarlar, dilimizin döndüğünce Allah için anlatırız. Bir zaman Sale kasabasında kayıkla geziyorduk. Yanımıza oturan Avustralyalı iki yaşlı insanla güzel ahbap olduk. Bana “tatillerde babası Müslüman olan torunumuz yanımıza gelir, o gelmezden önce kasabımıza helal et ısmarlarız, Melbourne’dan bize özel helal et getirtir, torunumuza helal et pişiririz” dediler. Doğrusu önceki yıllarla kıyaslandığında helal et ve yiyecekler konusunda ortalık çok bollandı bereketlendi diyecektim.    

Pembegül Abla        

Devamını Oku

YAŞLANAN NÜFUS VE YAŞLILARIMIZ

YAŞLANAN NÜFUS VE YAŞLILARIMIZ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Çok kıymetli Prof. Doktor Sedat Laçiner’i ilgiyle takip ediyorum. Dünyanın gidişatı hakkında çok taze ve ilginç bilgiler veriyor. Gelişmiş ülkelerin nüfusunun hızla yaşlandığından ve ülkelerin buna henüz kalıcı bir çare bulamadıklarından bahsediyor. Misal, Japonya hakkında yaptığı bir özel programda Japonya’da artık kadınların doğurmak istemediğinden çocuk bakım yerlerinin kapandığından ve feci şekilde nüfuslarının azaldığından ve bunun ülke ekonomisine zararlarından çok tafsilatlı bilgiler veriyor. Ardından ben Çin’in nüfusunun azalacağını hiç düşünemezdim, ailelere iki çocuk izni çıktığı halde Çinli anne adayları da çocuk sahibi olmaktan vaz geçmişler, bu yüzden Çin’in nüfusu da hızla eriyormuş

   Gelişmiş Avrupa ülkelerinin hemen hepsinde zamanında doğurmadıkları için şu günler de yaşlı nüfus arttığı için acilen başka ülkelerden yaşlılarına bakacak genç insanları toplamaya çalışıyorlarmış. Fransa, İtalya, Almanya’da yaşlı bakım yerlerin de nüfusun büyük bir kısmı bakılmayı bekler vaziyetteymiş. Sedat Laçiner, ülkelerin nüfusunu gençleştirme ve iş gücü konusunda “Amerika güzel bir sistem kurmuş” diyor. Her sene dünyanın her yerinden belli sayıda göç kabul ettiği için ve gelenler her yönden ülkenin gelişmesine katkıda bulunduğu için sistem Amerika’da iyi çalışıyor. Yaşlı nüfusu problemi yaşamıyormuş.

   Yıllar önce Çankırı’nın kuş uçmaz kervan geçmez çok ücra bir köyünde, Kahyalı’da görev yaparken okulun lojmanında kalıyorduk. Bizim gibi başka öğretmen ailelerden komşularımız vardı. Hiç unutmam, bir gün hanımlar oturmuş çay içerken evin küçük çocuğu divanın altından “balon istiyorum” diye bir torba çıkardı. Hayatımda ilk defa bir torba dolusu rengarenk (çok afedersiniz) prezervatif gördüm. Ev sahibesi gülerek, “Ana Sağlığı merkezin’den, gittiğimiz köylerde halka dağıtalım diye verdiler ama kimse almak istemiyor, bende balon gibi şişirip çocuklara veriyorum, oynuyorlar” dedi. Bilmeyen bilmez, bilhassa seksenli yılların Avrupası, Amerikası Türk nüfusunu kontrol etmeye çok meraklıydılar. Bu konuda çok yardım severdiler. Almanya’da doğum kontrolü ile ilgili şeyler parayla satılırken Türkiye’ye bedava yağdırıyorlardı, bu bir gerçek. O zamanlar da her köşe başında açılan ana sağlığı klinikleriyle memleketin nüfusunu planlama da pek başarılı olamadılar ama son yıllarda artık Türkiye’de de doğum oranları feci şekilde düşmüş diyor Sedat Laçiner. Kadınlar gelecek korkusundan, değil çocuk doğurmak evlenmek bile istemiyorlarmış.

    Son yıllarda Avustralya’da yaşlı nüfus için bakım ve servis hizmetlerini çok artırdılar. NDIS yaşlı ve hasta bakım hizmetleri her köşe başında çoğaldı. Bu demek ki nüfusumuz da yaşlılar artmaya başladı. İhtiyacı olanlara bizzat evlerine gelerek kişisel temizlik, ev temizliği, alış-veriş ihtiyaçlarını karşılama, varsa çimlerini biçme, hatta yemeklerini pişirme hizmeti olarak çok çeşitli yardımlar var. Hepsini maaşlarından kesilen çok cüzi bir ücret karşılığında devlet karşılıyor. Misal, haplarını vaktinde içmeyi unutan bir yaşlıya, yıllardır sadece haplarını içirmeye her sabah düzenli olarak bir hemşirenin geldiğini biliyorum. Son yıllarda müstakil evler şeklinde inşa edilmiş özel yaşlılar mahallesi de arttı. Bazılarını gezip baktım, evlere çok yakın toplanma salonları, sinema salonu, genel havuz ve yaşlılara göre spor alanları, bahçeleri var. Bu tür yerlerde eli ayağı tutan yaşlıların rahat yaşayabileceği çok konforlu alanlar inşa edilmiş, güzel. İsteyen kooperatif şeklinde düzenlenmiş bu evlerden satın alıp yerleşiyor, yapayalnız yaşamaktan kurtuluyor.

    Benim ninelerimin zamanında yaşlılar son günlerine kadar evlerinin dibindeki bahçeleriyle meşgul olurlardı, küçük torunlarının bakımına destek olur, bazen bir kap yemek pişirmek veya ekmek edenlere yardım etmek şeklinde ömürlerinin her anında az da olsa çalışarak vakitlerini geçirirler kimseye yük olmazlardı. Kimse onlardan bir iş beklemediği halde köy ortamında eli boş durmak istemezlerdi.  Yaşlılarımız, Allah’tan evlere bereket yağmasına vesileydiler. Evlerin kıymetli bir ferdi olan yaşlılarımız evlerinde evlatları torunlarıyla beraber yaşar giderdi. Buralara gelirsek ya yakınları kalmadığından ya da yakınları çok çalışıp vakti olmadığından veya yaşlımız gayet aksi huysuz olduğundan gayet yalnızlar, bakıcıları da olmasa kimsesizler. Çoğunun boynunda acil durumda basılacak alarm sistemiyle gece ve gündüz yapayalnızlar olarak gözlemledim.

  Ne güzel devlet onlara aylık taksi kartları veriyor. Bu indirimli taksi kartlarıyla haftanın belli gün ve saatinde Yaşlılar Kulübüne gidip akranlarıyla vakit geçirebiliyorlar. Belediyelerin haftada birkaç sefer sıcak yemek servisi dağıtan belediyeler var. Genelde yaşlılarımız evlerinde kendi hallerinde yaşamak istiyorlar. NDIS hizmetleri sayesinde yaşlılarımız şimdilik rahat sayılırlar. Bu arada Sedat Laçiner’in dediğine göre “Çin ve Japonya gibi nüfusu hızla eriyen ülkelerde bebek bezi üreten bölümleri kapatıp artık yaşlılar için bez üretmeyi artırmışlar.”

Pembegül Abla         

Devamını Oku

                                      MUTFAK GİDERLERİ

                                      MUTFAK GİDERLERİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bu hafta Melbourne’da yeni yapılan geniş evlerin mutfaklarını konuşalım, bence çok muhteşemler. Avrupa ülkelerinde zenginlerin bile evinde olamayacak kadar konforlu ve lüks. Ne metalinden olduğunu kestiremediğim ikili derin lavabolar, mermerimsi farklı renklerde bench dediğimiz gayet geniş tezgahlarıyla, oynak, fışkırtmalı çeşmeleriyle falan çok kullanışlı. Yerden tavana kadar bol raflı tasarlanan mutfak dolaplarının kullanma imkanları çok yönlü ve pratik. Artık kapattığınızda “tak” diye çarpmayan, kendinden frenli sessizce kapanan sağlam ve geniş, tava ve tencereleri koyma çekmeceleri var. Eskiden tencereleri tezgâhın altında üst üste sıralardık, alıp koyarken çok tantanalı olurdu.  Fırını ve tezgâh üstü siyah camdan dijital, dokunmayla açılıveren ocağı onun üzerinde havalandırma cihazıyla mutfaklar şahane. Yeni mutfakların olmazsa olmazı, ayrı bir oda gibi geniş erzak dolaplarına hayran kaldım. Küçük bir oda büyüklüğündeki bu özel kapılı mutfak bölmelerin de sıralı raflardan hariç ikinci bir mutfak gibi çifte lavabolar yaptıranlar da çok. Çoğu mutfakların dolaplarının dış yüzlerini elden leke olmaması için tutacağı olmadan yaptırıp en parlak olan araba boyasıyla genelde beyaz tonlar da boyatıyorlar. Mualla ne ala değil mi?

    Rahmetli babamın bir sözü vardı “Cami ne kadar büyük olursa olsun imam bildiği kadarını okurmuş” derdi. Kadın kısmı da bildiğini pişirecek yani. Mutfaklar çok büyük olunca o çekmeceleri, o rafları doldurup dizmesi de ona göre baya masraflı oluyor. İnce çekmecelerde ev halkına ayrı, ağır misafir davetlerine ayrı, küçük çocuklara daha ayrı kaşık takımları, ardından kepçe takımları, bıçaklar falan ayrı ayrı bölümlere sıralanıyor. Orta çekmecelerde günlük kullanmak için tabak takımları, davetler için tabak takımı, yedek porselenler, salata koymak için çukur tabaklar, tepsiler, camdan artan yemekleri saklama kapları yerleştiriliyor. Kalan çekmecelere çeşit çeşit su bardakları, çay bardakları ardından kahve fincanları ve tabakları rengarenk derken çekmecelerin hepsini hiç boş yer kalmayacak kadar küçük bir servet harcanarak dolduruyoruz.

  Doğrusu Ağrı-Patnos’un Gubik köyün de tek bir oda da yaşarken biz, sadece iki tenceremiz, dört tabağımız birkaç tanede kaşığımız falan vardı. Mutfak olarak kullandığımız bölüm odanın içinde şimdiki shower’ler den daha küçük bir girinti den ibaretti. Küçücük tüpün üzerinde minnacık tencerede biraz yemek pişiriyordum, bitiyordu sonra bir daha pişiriyordum. Saklanacak, artacak, sonra yenecek bir şeyler yapmak hiç aklımıza gelmiyordu, yaşıyorduk yani. Ama buradaki mutfaklar alabildiğine özgür, olabildiğine kadar bol çeşitli alet edavatlarla dolu. Yeter ki bir şeyi pişirmek iste, yeter ki hazırla kotar ortaya koy, ortam akla zarar yemek hazırlama alet edavatlarıyla doldu taştı, mutfaklar da yer kalmadı. Sarımsak ezeceğinden, limon sıkacağına, süzgeçlerden, acayip bıçak setlerine kadar türlü türlü kek kalıpları, o kekleri karıştırmak için mikserler, salatalar ve pastalar için doğrama ve rendeleme robotları, püre yapmak için blenderler, çocuk maması yapmak için ayrı aletler, düdüklü, düdüksüz acayip yavaş pişiren yada tıkır tıkır saatlerce pişiren kocaman elektrikli tencerelerden, kızartma gereçlerinden dolaplar doldu taştı. Hiç birisi ucuz olmayan bu mutfak gereçlerini aldıktan sonra kaç sefer kullanıldığı da tartışılır.

   Şimdilerde başımıza bir de havalı kızartıcılar çıktı mı? Almazsan olmaz, çok çabuk ve lezzetli, yağsız, havayla pişiriyor, çok sağlıklı bir pişirici diyorlar, aslı varmı bilmiyorum da. Bir alanın bir tane daha aldığını mutfakların bunlarla dolduğunu görmeye başladım. Zaten tezgahlarda orada burada mikro dalga ocakları daha eskimemişken şimdilerde o geniş ferah mutfak tezgahlarının su ısıtıcılarından, kahve makinelerinden, meyve sıkacaklarından, smooty makinelerinden daha bir çok elektrikli aletten elinizi koyacak yer kalmadı sanki.  Yiyeceğimiz iki lokma içeceğimiz bir bardak su iken metalden su taşıma kapları, kahveyi sıcak tutan kaplar ayrı onun pipetleri derken yemek ve içmek için en küçük detaya kadar her şey var ve hepsinin yeri mutfakta hazır.

   Bir mimar bana çizdiği minnacık mutfak planını tanıtırken “mutfak çeşmesine yakın bulaşık makinesi, ona çok yakın kahvaltı tezgâhı ve hemen arkaya denk gelen ocak ve ocağın dibindeki buzdolabının duracağı” sıralamayı gösterirken “bu planlamayla mutfakta oradan oraya koşmadan olduğunuz yerde sağa sola dönerek her istediğinize kolayca ulaşılabilinir” diye tarif etmişti. Şimdiki mutfaklar iki-üç aşçıya yetecek kadar büyük ve geniş olduğu için yemek pişiren oradan oraya koşmazsa akşama kadar yemekleri yetiştiremez yani. Daha “pantry” dediğimiz erzak dolabını saymadım. Anam o da ayrı bir masraf kapısı. Allahualem, ne zaman kiminle ne kadar yiyeceğimiz belli olmayan aklınıza gelen çeşitli kuru bakliyat, makarnalar, cornfleksler boy boy pahalı cam kavanozlarla tek tek gayet şık bir şekilde sıralanmış. Baharatlar, türlü pişirme yağları, yedeğin yedeğiyle unlar, meyve suları, temizlik sıvıları, çocukların okul yiyecekleri çantaları falan filan derken aman Allahım raflarda hiç boş yer kalmamış. Şimdiki haliyle mutfaklarımız gayet modern ve şık ama bir o kadar da çok masraflı ve yorucu, bu bir gerçek. Böyle donanımlı mutfağı olan evlerde parti ve eğlence olacağın da genelde kâğıt tabak ve bardaklar kullanıldığı da bir gerçek. Mutfak işlerini ve gereçlerini çok seviyorum ama biraz ipin ucunu kaçırdık gibi geliyor bana ne dersiniz? Sizlere mutfaklı bir fıkrayla veda edeyim.

  Amerika’da yaşayan Muvaffak Efendi hanımına yeni taşınacakları daireyi acente görevlisiyle beraber göstermeye gitmişler. Hanım odaları dolaştıktan sonra mutfağı gezmiş görmüş kocasına dönüp “Muvaffak bu mutfak ne kadar ufak” demiş. Daha kocası ağzını açmadan yanlarındaki Amerikalı satış görevlisi hanımın konuşmasını İngilizce zannedip hayretle “oo..my good… bir mutfak için bu kadar küfür etmenizi anlayamadım” demiş.                                                                     

Pembegül Abla

Devamını Oku

MELBOURNE’ÜN HAFTA SONU MARKETLERİ

MELBOURNE’ÜN HAFTA SONU MARKETLERİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İlkbahar’ın gelmesiyle hafta sonu marketlerine de bir hareketlenme geldi.

Eylül ayına girdiğimizden itibaren kışın duran birçok market yeni sezonla kapılarını halka açmaya başladı. Victoria halkı her hafta sonunda farklı semtlerdeki marketlere gitmeyi çok severler. Bachus March tan öteye küçük kasabaların hemen hepsinde, Apollo bay’ a kadar yol kenarlarında, Melbourne içinde ve dışında her yerde hafta sonu marketi kurulur. Genelde her semtte veya bölge de ayda bir sefer kurulan bu marketlerin günleri ve saatleri çok önceden halka duyurulduğu için hemen hepsine yöre halkından veya oradan geçenler tarafından çok hevesli katılım olur.

   Victoria eyaletinin farklı bölgelerinden ve yörenin halkından birçok insan buralara mallarını satmaya gelirler.  Bazen bir okulun veya kilisenin çokça da at yarışlarının olduğu arenaların etrafında kurulan marketlerin araba park alanları da çok geniş ve güvenli olur. Her markette bazen elli-yüz farklı ürün satıcısı olur. Craft Market gibi çok büyük organizeler de bilhassa yılbaşına doğru dört yüzden fazla çadırın kurulduğu zamanlar olabilir. Haber verilen tarihte hava yağışlı bile olsa Avustralya halkı şemsiyesini alıp, çizmesini giyip mutlaka markete geleceğinden marketçiler yağmurlu havalarda bile tezgahını güzelce açar müşterisini bekler. Çok nadir olarak fırtınalı veya aşırı sıcaklarda market işleri son anda iptal olabilir.

   Hafta sonu marketlerinde canlı müzik eşliğinde elde yapılmış paslı demirlerden bahçe aksesuarları, taze çiçekler, fidanlar, bal, baklava, taze meyve, sebze, el işi oyuncak ve ev eşyaları satılır. Hemen her milletin farklı yiyecekleri ve içecekleri tazecik hazırlanmış halde insanlara sunulur. Buralarda yiyecek satanların ortamı, hijyeniği belediye görevlileri tarafından düzenli olarak teftiş edilip kontrol edildiğinden yiyecekler genelde sağlıklıdır. Belediyelerin standartlarına uymayan çadırların yiyecek satabilme ruhsatları iptal edilebilir, bu çok ciddi bir konudur.  Bu marketlere Türk halkı daha çok mallarını satma yönünden rağbet ederler. Şu an itibariyle Victoria eyaletinin hemen her marketinde bir gözleme çadırı görebilirsiniz. Avustralya halkı Türklerin kadim yiyeceği Gözlemeyi çok sevdiler. Bu yüzden bana göre gözleme işleri henüz tam manasıyla keşfedilememiş çok bakir bir pazardır. Layıkıyla yapılırsa Gözleme işlerinden herkese güzel kazanç çıkacağını umuyorum. Bunun yanında Türkiye usulü baklavalarımızı, lokumlarımızı, börek ve tantunimizi de markete gelenler sevip beğenerek almaktalar.

   Yarra Glen semtinden Port See’ye oradan Lardner park gibi çok geniş bir yelpazede kırk farklı market yeri organize eden meşhur Craft Market çalışanları bu günlerde biraz üzgünler. Red Hill belediyesi kırk altı yıldır o bölgede çok aktif olan Craft Market’e gayet geniş spor alanını kiralamayı durdurdu. Şu anda ayda bir yapılan Red Hill market için acil yer arama telaşındalar. Marketçiler açısından, ormanların içinde kiraz bahçesinin hemen yanında bu güzelim satış noktasında bundan sonra belediye kendisi mi organize yapacak yoksa Craft Market nereyi bulacak diye bir hoşnutsuzluk ve belirsizlik başladı. Her şeye rağmen dünyanın sonu değil tabi ki de. Hafta sonu marketleri için baktığımızda Farmers marketler de çok yaygın ve aktiftir. Oralarda çadır sayısı az olsa da halk daha çok organik meyve-sebze, ekmek, zeytin yağı, turşu gibi yiyecek ve içecekleri çok uygun fiyatlara bulabilir. Misal en yakınım Footscray’da her ayın ilk cumartesi günü bir Farmers market kurulur. Orada taze organik yumurta, tere yağı, yüzde yüz fıstık ezmesi falan satılır. Hatta her hafta bıçak bileyen birisi de gelir. Farmers marketler biraz küçüktür ama neşelidir yani.   

     Kendinize hobi olarak ekstra bir iş arıyorsanız çok eğlenceli olan market işlerini tavsiye edebilirim. İşin sonunda çok büyük zarar etme riski yok, ailecek piknik yapar gibi sabahtan öğlene kadar şehir dışında ticaret yapıp eve dönmek hoşunuza gidebilir. Ekstra gelir için markette yiyecek satmak isterseniz önce semtiniz de bağlı olduğunuz belediyeye müracaat ediliyor. O formaliteleri (Street Traider) tamamladıktan sonra istediğiniz markete internetten satmak istediğiniz ürünün resmini ve bilgilerini yollayıp katılmak istediğinizi haber veriyorsunuz. Sizi markete kabul etmeden önce sizden belediyeden aldığınız belgeyi ve “Public Liability” isimli sigorta belgesinin kopyasını istiyorlar. Yiyecek satmak isteyenlerden “Food Handeling” belgesi de isteyebilirler. Bu belgelerle internetten başvurunuz kabul olduğunda yaklaşık 150-200 dolar gibi yer kirasını da ödedikten sonra markete kabul olabiliyorsunuz.  Vaktim olsa siz kıymetli okurlarıma markette gözleme satmanın kitabını yazmak isterdim. Yine de ilgilenenlere memnuniyetle bu işlere başlamanın yolunu yordamını tarif edebilirim. Hepinize mutlu hafta sonu diliyorum.                                        

Pembegül Abla 

Devamını Oku

TUZLU MU TUZSUZ MU?

TUZLU MU TUZSUZ MU?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ne güzel kız-oğlan birbirini sevmiş, anlaşmışlar sıra gelmiş dünürcü olma faslına. Herkes yerine oturup hal hatır sorduktan sonra işte henüz doğru cevabını bulamadığımız bir konuya sıra geliyor. Kızı ailesinden istemeden önce mi kahve servisi yapılacak yoksa istedikten sonra mı? Bu konuda sorduğum her kafadan bir ses çıkıyor. Bence kızı istemeden önce kahveler gelse bu arada biraz sohbet muhabbet olsa insanlar biraz heyecanlarını atıp sakinleşirler diye düşünüyorum. Bu durum aynı tavuk mu yumurtadan çıkar yoksa yumurta mı tavuktan çıkar sorusu gibi tartışılabilir.

  Geçen birisiyle damat adayına gelin kızın ikram edeceği kahveyi tuzlu pişirmesi hakkında konuşuyorduk. Damadın kahvesi tuzlu mu olacak yoksa tuzsuz mu olsa daha iyi olur diye biraz kafa yorduk, konuştuk. Nereden geldiği belirsiz bir de o adet çıktı başımıza. Dile kolay aileye bir fert daha katılacak. İki aile böylece akraba olacağından taraflar tatlı bir heyecanla kız evinde bir araya gelecekler. Oğlan tarafı iki dirhem bir çekirdek kızı istemek için çikolata ve çiçeklerini takdim ettikten sonra yerlerine yerleşiyor. Allah’ın emri Peygamber efendimizin kavli deyip kızı istedikten sonra veya istemeden önce geleneksel bir kahve ikram etme faslımız vardır. Son zamanlarda bu güzel adetimizin de cılkını çıkardılar diyeyim.  Hanım kız herkese ayrı kahve dağıttıktan sonra oğlana özel tepside özel fincanda tuzlu kahve getiriyor. Sade tuzlu olsa iyi de kimisi işin tadını kaçırıp kara biber, acı biber falan da ilave edip damat kahvesi yapanlar var. Allah muhafaza böyle bir kahveden muradına eremeden ölen damat adayı olduğunu da duyduk. Neymiş oğlan fedakarlık yapıp gıkı çıkmadan kahveyi içerseymiş bu iyi bir şeymiş gibi algılanıyor ama kazın ayağı öyle değil işte. Şimdi benim annemlerin zamanında bir kız taliplisi oğlanı istemiyorsa ve bunu doğrudan söyleyemiyorsa elinden gelen aksiliği nazikçe yapardı ki karşı taraf anlasın ve bu talebinden vaz geçsin şeklindeymiş. Ayakkabılarını ters koymak, hoş geldiniz demeye çıkmamak gibi damat adayına tuzlu kahve vermekte “seni istemiyorum” demek manasına geldiğinden anne baba “olur” dese bile oğlan tarafı mesajı aldığında bir daha o kapıya gitmezmiş. Benden söylemesi kızlar damadın kahvesine tuz koymaktan vaz geçin bu hoş bir durum değil, bal, şeker gibi tatlı şeyler koysanız daha güzel olmaz mı?   

    Sevdiğini bulan ve evlenmeye karar veren Müslüman bir oğlanın karşı tarafa isteğini dürüstçe söylemesinin güzel yolu yordamı vardır. Mutlu huzurlu bir yuvanın kurulabilmesi için taşkınlık yapmadan bu işleri kendi adetlerimize göre gerçekleştirmekten kimseye bir zarar gelmez. Bunları birisinin söylemesi ya da benim gibi yazıp haber vermesi lazım. Genç sevdiğini bulmuş evlenme teklif edecek, kimselere sorup danışmadan alırken gayet pahalı satarken beş para etmez bir tek taş yüzük alacak. Münasip bir yerde kızla buluşunca kızın önünde diz çöküp (ne demekse) “benimle evlenir misin” diyerek evlenme teklifi yapacak, bu bizden olmayan yabancı bir tarzdır.  Birisi bunu böyle yaptı diye bilip bilmeden bütün gençlerimiz bu işler böyle olacak sanıp aynı yolu takip etmeye başlıyorlar. Hatta geçenlerde gençler bana bir video gösterdiler. Senaryoda, yolda arabayla giden kızla oğlanın önünü maskeli saldırganlar kesiyorlar, güya oğlanı döverek arabadan indiriyorlar sonra kız korkudan bağırıp ağlamaya başladığı bir zamanda salak oğlan elinde yüzükle ağlayan kızın önünde diz çöküp evlenme teklif ediyor, feci şekilde korkan kızın hali çok acınacak durumdaydı. Bu manzara karşısında empati yapmak bile beni gerdi. Son zamanlarda erkeklerin evlenme teklif etme yöntemleri de iyice zıvanadan çıktı. Doğrusu erkek kısmı ağaç kovuğundan çıkmadıysa bir anne-babası varsa besmeleyle, dualarla kızın ailesine dünürcülüğe giderler. Güzellikle kızı ailesinden veya vekilinden Allah’ın adını anarak isterler, kız tarafı da “Allah dilediyse olur” der ve bu birlikteliği onaylar, bizim örfümüz, ananemiz, kültürümüz böyledir. Bu mutlu ana en yakın aile fertleri de dahil olur, şahit olurlar. İnsanoğlu sadece Allah’ın önünde diz çöker. Geriden bakınca bir erkeğin kadının önünde diz çökmesi hiç de hoş görünmüyor.  Dizlerinin üzerine çökerek evlenme teklif etmek Müslüman olmayanların örfü adetiyse bize saygı duymak düşer.

   Yaşadığımız Avustralya kıtasında “multicultural” dediğimiz çok farklı ülkelerden insanlarla beraber yaşıyoruz. Ne güzel herkes kendi kültürünü ve dinini özgürce yaşama imkanına sahip. Gençlerimize gayet zengin olan evlenme kültürümüzü, bebek doğduğunda, ev sahibi olunduğunda hatta cenaze de veya bayram gibi özel günlerimizde kendi dinimize ve kültürümüze göre yapılması gerekenleri vakti geldiğinde güzelce anlatıp öğretmemiz örnek olmamız lazım demek istiyorum.

Pembegül Abla   

Devamını Oku