AĞLATAN TÜRKÜLER
Müziğin her türlüsünü severim, her dilden ve telden müzik dinlemeden duramam. Bence müzik dinlemek bir ihtiyaçtır. Ne ki sözleri küfürbaz olmayacak, kulağa hoş gelecek, avaz avaz, gürültü şeklinde olmayacak değil mi?
Günümüzde kaliteli, herkesin severek dinleyeceği kalitede müzik bulup dinlemek imkânsız gibi oldu, kalite çok düştü maalesef. Ortalığı bir verimsizlik sardı, milyonların dinleyeceği şarkılar, besteler artık olamıyor ne yazık ki. Oysa güzel tınılı, zarif kelimelerle süslenmiş güzel şarkılarımız olabilirdi.
Neyse yanıldığımı geçenlerde youtube’de dolaşırken Ertuğrul Erkişi’nin Evimizden Şarkılar videosuna bakınca fark ettim. Kıymetli genç edebiyatçılarımızdan Ahmet Bozkuş’un “Kızım” adlı şiirini Kürdi makamda besteleyip okumuşlar. Bilemezsiniz o üç kıtalık şarkı beni ne kadar etkiledi. En son bir şarkıya Türküye ne zaman ağladım hiç hatırlamıyorum. Bu hazin şarkıyla aklım çook eskilere gitti, hüzünlenip ağladım. Kızım şarkısı, çocukluğumu annemi babamı özlediğim, aradığım çaresiz, zavallı günlerimi hatırlattı bana.
Başka yazılarımda anlatmıştım, biz Berlin’e göçünce anneler, babalar işe gidecek, çocuklar da başıboş okula gidecekler. Yaşanması her yönden zor bu günlerde çocuklarda büyüklerde herkes feci şekilde memleket hasreti çekerdi. Allah bilir, belki de herkes adı konmamış bir travma yaşıyordu. Almanya’nın iş hayatına ve puslu gri havasına alışmak Türkler için hiç de kolay olmadı. Ben o hüzünlü, stresli günlerin şahidiyim diyebilirim. Evlerde teyp kasetlerinde, her zaman memleketi, hasretliği, özlemleri anlatan hüzünlü, gayet de acıklı şarkılar çalıp dinlenirdi. O kasetleri ileri geri sardırıp başa alma düğmeleri vardı. Çoğu zaman devamlı aynı şarkıyı tekrar tekrar başa alıp dinleyerek insanlar kendilerini daha çok üzerlerdi. Devamlı dinlenen bu acıklı şarkılar dertlerine derman olur muydu, zannetmem. O hüzünlerle uyur sabah kalkıp tekrar işe giderlerdi. Kolay değil, memleketten haber yok, mektup yok, gazete, telefon yok... habersizlik ve atlayıp gidememek insanları mahvederdi adeta.
65-70’li yıllarda her gün sabahtan akşama kadar çalışma temposuna alışmaya çalışan insanların işi hiç de kolay olmadı. Almanya’nın Yüksel Özkasap adında çok tanınmış bir türkücüsü vardı. Hala yaşıyor mu bilmem. Kadının sesi insanın duygularını tırmalayacak kadar acıklı, şarkılarının hemen hepsi çok ağlatıcıydı. Misal Londra Sokakları, Nasıl Oldu Yolum Düştü Köln’e şarkısına bir bakın derim. Veya Her Acı Günümde şarkısının sözlerini ezberlemişim, çocukluk işte. Bu şarkının sözlerini sesimi biraz acıtıp okumayı denediğimde hala ağlamaya başlayan ablalar var yani. Gülcan Opel- Nurcan Opel adında iki kız kardeş vardı. Ses tonları çok benzerdi birbirlerine. İkisinin de kasetleri yok satardı, “bu daha yanık” diye elden ele dolaşırdı. Evlerin bir köşesinde yığınla Türkçe şarkı kasetleri, hemen hepsi de aynı insanlara ait aynı şarkılar. Kimsenin aklına kitap okumak, Almanca öğrenmek gelmezdi, öyle bir ortam, imkân da yoktu çünki. Aşık Mahzuni Şerif’in “İşte gidiyorum Çeşmi Siyahım” bugün bile dinlemeye değer muhteşem türkülerdendir. Rahmetli Neşet Ertaş bazen konserler vermeye gelirdi. O zamanlarda onun türküleri de gayet hüzünlü teldendi. Ya da insanlar ne olursa olsun türküleri acılarını pekiştirmek için dinlerlerdi. O günlerde hüzünletip ağlatmayan bir şarkı dinlenmiyordu sanırım.
Burada usta türkücülerden Rahmetli Özay Gönlüm’ü de anmak isterim, ‘Gaydırı Gubbak Cemilem,’ ‘Kara Üzüm Salkımı,’ gibi kendi çaldığı sazıyla kendi sesiyle çok neşeli türküler söylerdi. Onun plaklarından Nineye Mektubu biz çocukların çok hoşuna giderdi. Mektubun ardından kıvrak sazı, yanık sesiyle bir türkü patlatırdı ki ortam inlerdi adeta. Hepsi o zamanlarda gurbetçilerimizi sazıyla sözüyle avutan, yoldaş olan çok kıymetli müzisyenlerdi. O karamsarlığın bol olduğu günlerden tek şarkısıyla aklımda kalanlardan birisi de Şükran Ay idi; ‘Sevemedim Seni Karagözlüm’ diye enteresan bir şarkısı vardı. Kavuşamayanlar, sevdiğinin özlemini çekenler bu şarkıyı çok dinlerdi.
Kırk yılın başı bir ev ziyaretine gitsek hanım teyzeler toplaşır hem türkü dinler hem de ağlaşırlardı. Allahualem belki de böyle stres atar içlerini dökerlerdi. O zamanlardan bende eser kalmış sanki, duygu sömürüsü yapan hiçbir müziği dinlemek istemiyorum. Müziği dinlenmek için, eğlenmek, neşelenmek için dinlemeyi zamanla öğrendim. Abla bize bir tavsiyen var mı diye sorarsanız, Bolivya’dan El Condor Pasa derim. Tabi dinlenecek müziklerde aynı elbise seçimi gibi her insanın keyfine göre farklılıklar arz eder.
Hepinize hüzünsüz neşeli güzel günler dilerim.
Pembegül Abla
Düzeltme: Geçen haftaki yazım da Australian Futbol Player Bachar Houli’yi Kriketçi olarak yazmışım okurlarımdan özür dilerim.